Paylaş
1980'lerin ortalarında, 'batik elbise- şilebezi gömlek çetesi'ne daha fazla dayanamayarak, Ortaköy'den Rumeli Hisarı'na göçmüştük. Güzel günler, geniş zamanlardı.
Ali Baba'nın kahvesinde 'Gelip geçen gemilerin kiril alfabesiyle yazılmış isimlerini kim daha önce sökecek?' nevi derin mevzularla filan uğraşıyorduk. Yani şimdi düşünüyorum da hakikaten vaktimiz çokmuş o zamanlar. Gemi adlarının kaptan köşkünün hemen yanında latin alfabesiyle de yazıldığını ilk keşfeden kişi olarak milleti bayağı bir şaşırtmıştım. Rusça bildiğimi düşünenlerin sayısı bir hayli fazlaydı.
İhtiyar kulenin altında
Şimdi ‘‘Ah! Ne güzel günlerdi o günler’’ geyiği yapmaya hiç niyetimiz yok aslında. Peki neye niyetimiz var? Lafı Hisar'a getirmeye... Çaktınız mı köfteyi?..
Kasım ayı için manasızca güneşli bir günü Galata Kulesi'nin dibindeki kahvede noktalamaya niyetliyiz. Günlerden cumartesi. Genelde kahvaltı amacıyla kullanmayı seviyoruz bu kahveyi ama, akşam da güzel oluyor.
İhtiyar kulenin etrafında koşturup duran insanların ve onların uzayan gölgelerinin manasızlığı üzerine derinleşmiş, kendimizi neredeyse filozof filan sanacakken mobil telefon tarafından dürtüldük. Anında dünyaya döndük haliyle.
Bugüne kadarki yazılarımızdan arkadaşlarımızın büyük bölümünün pek de kibar insanlar olmadığını düşünmüş olabilirsiniz. Haklısınız, ben de öyle düşünüyorum. Ama bütün tanıdıklarımız da -çok afedersiniz- hayvan değil. İyi kalpli insanlar da tanıyoruz. İşte mobil telefon vasıtasıyla bizi dürten kişi o iyi insanlardan biriydi.
Celil Abi'nin yeni yeri
Akşam Celil Ağbi'nin yerinde toplanılıyormuş. Ben Grand Cello'nun yeniden açıldığını bu sayede öğrendim. 1990'ların başında Tarabya'daydı. Sonra hoop Kuruçeşme'ye taşındı. Sonra da bir kapandı, bir daha haberimiz olmadı.
Meğer bu kez dükkanı Rumeli Hisarı'nda açmış. Grand Cello, temiz ve iyi Türk vatandaşlarının gittiği bir meyhane, bir balık lokantası. Celil Ağabey (Cello) dünyanın en anlayışlı insanlarından biri.
İyi kalbini anlatmak için şöyle bir örnek vereyim. Dünya tarihinin en sakat heavy metal topluluklarından biri, birkaç yıl önce konser vermek için İstanbul'a gelmişti. Yani adamları televizyonda görseniz gore tarzı bir korku filmi oynuyor diye zaplayıp geçersiniz. Şarkı söylemek yerine direkt ciğer hırıltısını amfiye veren türden bir topluluk.
Bunları gece bir yerlere götürmek gerekiyor ama nereye götüreceksin. Bir arkadaşın aklına şöyle bir fikir geldi: Celil Ağbi'den rica edelim, bir masa yapsın. Dayarız bunlara rakı, hicaz filan, uykuları gelir. Sonra da sepetleriz otellerine...
Onlar da insan!
Şimdi şöyle bir manzara düşünün. Bir yanda iki kadeh rakı içip, sanat müziği dinleyecek efendi insanlar. Hemen yanlarında görüntü itibariyle satanist ayinden çıkıp, aleme takılmaya karar vermiş korkunç insanlar.
Celil Ağbi ‘‘Onlar da insan değil mi?’’ dedi ve hoop bunlara masa yapıldı. Ben geceye katılamayanlardanım. Kaçırdığım için de hala pişmanım. Çünkü mükemmel olmuş. Mekandaki herkes, bizim metalciler de (Bakmayın abarttığıma, şeker gibi insanlar tabii ki onlar da) dahil olmak üzere herkes mest olmuş.
Neyse işte... Grand Cello'nun yeni yeri de çok şahane olmuş. Dünyanın en güzel 'yengen'ini yapan büfenin tam karşısında, yine kalbimizde ayrı bir yeri olan Karaca'nın hemen yanında açmış bu kez dükkanı. Ortam yine şahane. Gemiler geçiyor, fasıl takılıyor, iyi kalpli insanlar eğleniyor. Daha ne olsun di mi yani?..
Paylaş