3 Aralık 2001
Yanılmıyorsam tartışmayı Radikal yazarı Haluk Şahin başlattı.
Şahin, halen kullanmakta olduğumuz alfabeye “w, x, q” harflerinin eklenip eklenmemesi gerektiği sorusunu ortaya attı ve bu konuda enteresan yazılar yazdı.Haluk Şahin, iletişim konusunda Türkiye’nin güvenilir ve yetkin isimlerinden biri. Başlatmaya çalıştığı tartışma da oldukça ilginç. Fakat değerli büyüğüm yanlış bir iş yapıyor. Türkiye’de böyle mevzular tartışılmaz. Bizim yıllardır bildiğimiz ve neredeyse belli bir sıraya soktuğumuz ve gündeme her geldiğinde ortalığı şöyle hafiften karıştıran sonra saman alevi gibi sönüp giden demirbaş tartışma konularımız var.“Belirli Günler ve Haftalar” tarzında dönüp dönüp karşımıza çıkan bu tartışma konularının dışında pek bir şeye itibar etmiyoruz. Zaten Haluk Şahin’in ortaya attığı bu tartışma konusunu belli bir kitlenin dışında kimse görmedi, görmek istemedi.* * *Hurriyetim.com.tr elemanları duruma uyanmışlar ve anket yapmaya karar vermişler. Anket hala bu sayfada sürmekte. Ben yazıyı yazarken ankete katılanların yüzde 65’i “Hayır, bu harfler eklenmemeli”, yüzde 27’si “Evet bu harfler alfabeye eklenmeli” derken, geri kalan yüzde 6’lık kesim ise “Bana ne kardeşim, ilgilenmiyorum” cevabını veriyordu.Önce açıkça fikrimi ifade edeyim. İnternet gibi görece olarak ortak bir dilin oluştuğu dönemde, özellikle “w” ile ilgili bir çözüm arayışına girmek mantıklı. Bu harf, reklamlarda, internet sitelerinin tanıtımlarında vs. “dabılyu” şeklinde, İngilizce olarak okunuyor. Fakat “dubluve” diye okuyanlar da var. Yanılmıyorsam önerilerden biri “ikili ve”. Haluk Şahin @ işareti için de “çengelli a” öneriyor.Şimdi bir deneme yapalım: “ikili ve, ikili ve, ikili ve, nokta, hurriyetim, nokta, com, nokta tr”
Bir deneme daha: “katkaya, çengelli a, hurriyetim, nokta, com, tr”
Bana biraz sevimsiz geldi açıkçası.
* * *Fakat ortada üzerinde konuşmaya değer bir tartışma konusu var. Haluk Şahin’in başlattığı bu tartışmada netice elde edilebilmesi için, başta dil bilimciler ve medya olmak üzere (Hoş, bu iki kitlenin karıştığı bir olayın çözüldüğünü daha görebilmiş değilim ama iyi niyet öyle kolay ölen bir şey değil) herkese görev düşüyor.Ben “Bırakın ne hali varsa görsün”cülerdenim. Dil kendi yolunu, doğru veya yanlış buluyor zaten. “Sosyetix”, “ixir”, “haywan” gibi örnekler herhalde sizlere de yabancı gelmiyordur.
Wallahi, bu harflerin de kullanıldığı qelimeler sözlüqlere girermi girmez mi, bu haxızlık olur mu olmaz mı bilemem. Yine de tartışılsın işte... Beyinlere biraz oksijen gitmiş olur...
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2001
Dün geceki maça gelmeden önce bazı istatistiklere baktım. İstanbulspor, Süper Lig'de en az gol yiyen takım ve Malatya ile Göztepe'nin ardından en az gol atan takım. İstanbulspor'a bir sempatim var. Nedendir bu sempati? Bir kere başında Aykut Kocaman gibi hakikaten kalpten sevdiğim bir futbol adamı var. Ayrıca iyi futbol oynuyorlar. Fakat bütün bunlar Galatasaray karşısında maç kazanmalarına yetmiyor.
Dün gece seyrettiğimiz maç eminim ki, televizyon kanallarındaki spor programlarında çok konuşulacak. Hakemin kırmızı kartlarda adil davranmadığı söylenecek. Bana göre hakem ilk kırmızı kartta haksız davranmış olsa bile Bushi'ye gösterdiği kartta yüzde yüz haklıydı. Bu aslında dün geceki maçtan bağımsız olarak üstünde çok konuşulması gereken bir konu. Hakem nalıncı keseri gibi bütün kararlarda Galatasaray'ı haklı çıkartmış gözüküyor. Keşke bütün hakemler böyle olsa. Yanlış anlaşılmasın Galatasaray'ı destekliyormuş gibi bir havası olduğu için bunu söylüyor değilim. Futbolun yazılı kuralları var. Bunlar uygulansın yeter.
BUSHİ ARTİSTLİK YAPTI
Bushi armut gibi faul yaptıktan sonra ne dedi bilmiyorum, ama hakeme bu kadar artistlik yaparsa kırmızı kartı da görecek. Samimi olduğuma inanın. Aynı şey Galatasaraylı bir futbolcu için de geçerli benim kafamda. Galatasaray, İstanbulspor maçında sezonun en iyi futbolunu oynamadı. Ama 9 kişilik rakip karşısında maç kazanmak da mucize kabul edilmez herhalde. Benim inancım Galatasaray'ın ileriki haftalarda çok daha iyi olacağı yolunda. Ayhan gibi, Murat Sözkesen gibi (ki bence büyük kazanımdır) futbolcular takımın ve sistemin içine çekildikçe daha büyük başarılar ve daha iyi futbol gelecek.
Son söz olarak Serkan'dan bahsetmek istiyorum. Vallahi kim ne düşünür bilmiyorum, ama bu Serkan, Ümit'i çoktan kesmeliydi. Ya Ümit kendine gelsin, ya da verin formayı Serkan'a gitsin.
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2001
BİR süredir kaynakçı gibi çalışmaktayım. Haklı olarak ‘‘Ne alaka birader?’’ diyenlere açıklayayım. Yazı yazmak için oturduğum masa, geniş bir pencereye bakıyor. Ve öğleden sonraları güneş direkt gözüme veriyor ışını, veriyor ışını... Perde, jaluzi, ne bileyim gazete kağıdıyla kaplama gibi bir model yaratmak gerekiyor. Fakat şu ana kadar böyle bir teknoloji yaratamadığımdan, ne yapıyorum ben de, takıyorum gözlüğü çalışıyorum.
Gözlükten daha önce bahsetmiş olmalıyım. Optik malzeme üreticilerinin tasarladıkları en çirkin gözlüklerden birini kullanıyorum. Hal böyle olunca, dışarıdan bakan, yazı yazdığımı değil, kaynak yaptığımı sanıyor.. Varsın düşünsün, böyle daha güzel.
*
İşte ben böyle, derin derin fikirler üretirken telefon çaldı. Arayan kişi Topesto. Benim de bütün aksiliğim üzerimde. ‘‘Ne var?’’ diye girmemden o da çaktı köfteyi.
‘‘Ne celalleniyorsun be?’’ dedi. ‘‘İşim var arama beni’’ vurgusuyla, ‘‘Öksür bakalım’’ dedim. Benim ‘‘öksür’’ dememin ‘‘konuş’’ manasına geldiğini bile bile yine o iğrenç espriyi yaptı ve ‘‘Öhö ühü’’ dedi.
‘‘Ya hakikaten işim var. Neyse derdin söyle’’ dedim. Hiçbir şey yokmuş. Ama hakikaten hiçbir şey yokmuş. Öylesine aramış. Haliyle köpürdüm: ‘‘Ben senin öylesine zamanlarını geçirmek için mi burada oturuyorum. Git o öylesi zamanlarını, öylesine geçir kendi kendine. Kız arkadaş mıyız biz be, gün içinde birbirimizi arayıp lak lak lak konuşacağız...’’
‘‘Aman sinirlerini aldır sen bence’’ deyip kapadı telefonu. Niye durup dururken böyle sinir yaptığımı ben de çözemediğimden, iki dakika sonra ben bunu aradım.
Ofislerinin santralındaki hanımefendiye ‘‘Topesto'yu aramıştım’’ dedim ve cümlemi tamamlar tamamlamaz kafamı yumruklamaya başladım. Kadıncağız, ‘‘Kim dediniz?.. Aloo’’ derken çok ayıp bir şey yapıp yüzüne kapattım telefonu. 5 dakika sonra arayıp, sesimi değiştirmek gibi maymunluklar yaparak, esas ismini söyledim, bağladılar.
‘‘Kusura bakma, başka bir şeye ayar olmuştum, sana patladı birader’’ faslından sonra, niye aramış olduğunu tekrar sordum. Çünkü Topesto biraderimiz, serinkanlı bir insandır. Öylesine aramaz.
*
‘‘Akşam buluşalım, sürprizim var’’ dedi. Topesto sürpriz dediyse, hakikaten bomba bir hikaye vardır. Pelikan getirebilir, bir filmde oynayacağını açıklayabilir, tipinde köklü bir değişiklik yapmış olabilir...
‘‘Nedir bu sürpriz?’’ diye sormadım bile. ‘‘Nerede buluşalım?’’ dedi. Ben de teknolojiye sığınıp, ‘‘Cihazlar açık. İlerleyen saatlerde, hayat biraz daha az flu iken, cep to cep hallederiz meseleyi’’ dedim.
Akşam karar vakti gelip çattığında, Sirkeci dedik, Sirkeci oldu. Hep erken giden ben olurum. Gittim oturdum bekliyorum.
Neyse uzatmayalım bunlar çıkıp geldiler. Vallahi, demin pelikan getirebilir demiştim ya, pelikan getirse bu kadar şaşırmazdım. Topesto, yanında Seks Kudret'le geldi.
Seks Kudret, bu alemlerde gördüğüm en en en orijinal insanlardan biridir. Konuşma tarzı filan bitiricidir. Onun gibi konuşmaya kalkıp, ağzımıza yüzümüze bulaştırdığımız günler dün gibi. Seks Kudret ağbimizin izini yıllar önce kaybetmiştik. O yıllar takıldığımız dükkanda tatsız bir mevzu olmuştu, mekan kapanmıştı. Seks Kudret'le sosyalleştiğimiz yer olan bu dükkan kapanınca da, ağbimizi görme imkanımız da kalmamıştı.
Hani klasik ve çok uyuz, ‘‘Bilmemne anlatılmaz yaşanır’’ lafı var ya. Tam öyle bir modeldir Seks Kudret. Lakabının nereden geldiğini merak edenler muhakkak vardır.
O zaten süper hikaye. Bir gün o dükkanda laflıyoruz. Kudret geldi, ‘‘Marabayın’’ çekti. Biz de ‘‘Eyvallah! dedik. Her zaman olduğu gibi kafadan kadın mevzusuna girdi.
Bizim o günkü temamız futboldu. ‘‘Usta futbol konuşuyoruz’’ dedik.
Ama Kudret'in şöyle bir özelliği var. Sen futbol konuşmaya devam edebilirsin. O illa kadın, daha doğrusu seks mevzusunu açacak. Biz de o zamanlar yeni yetmeyiz. Bol hikayemiz yok ve hikaye yazma konusunda Kudret'in kudretine erişemiyoruz.
‘‘Manital durumlar nedir?’’ dedi. Biz de ‘‘Yok’’ dedik. Önce bir ‘‘Tuuuuu’’ çekti. Sonra başladı ‘‘Bana bak dedim...’’li hikayelerinden birini anlatmaya.
*
Biz öyle dinliyoruz Kudret'i. Yalnız Kudret, bu hikayeyi öyle bir bağladı ki, koptuk, yarıldık.
‘‘İşte böyledir bu destan da. Bizim işimiz, güzelliğimiz nedir, sekstir. Seks olacak. Maksat seks olsun. Afedersiniz benim başıma bir fenalık gelse bile, sekstir, olsun derim’’ dedi.
Ve o andan itibaren lakabı Seks Kudret olarak kaldı bu değerli insanın. O gece Topesto'yla beraber, Seks Kudret'in aradan geçen yıllar içinde modernleştirilmiş hikayelerini dinledik. Seks Kudret yaşlanmış biraz. Kimi hikaye biraz daha abartılmış, kimi hikayelere ek yapılmış. Ama öz aynı, tema aynı: Seks...
Gecenin sonunda ayrılırken, ‘‘Nedir manital durumlarınız’’ dedi. Güldük!
Yazının Devamını Oku 30 Kasım 2001
TRİBÜN, bayılarak takip ettiğim bir dergi. ‘‘Endüstriyel Futbola Karşı Tribün Kültürü Dergisi’’ sloganıyla yola koyulan Tribün, üçüncü sayısında iyice form tuttuğunu gösteriyor.
Tribün'ün son sayısını keyifle okurken, ‘‘Kadıköy deplasmanına Antalyalılar niye gidemedi?’’ başlıklı bir yazı dikkatimi çekti.
Pek çok deplasman komedisinde (veya trajedisinde) bizzat bulunmuş biri olarak Antalyalı arkadaşların durumuna hem üzüldüm, hem de güldüm. Aynı şey bütün takımların taraftarlarının başına gelebilirdi, Antalyalı kardeşlerimize denk gelmiş.
‘‘Nasıl oluyor öyle hem üzülüp hem gülmek’’ diyeceksiniz. Erken karar vermeyin. Yazıyı okumayı tamamladığınızda siz de aynı durumda olacaksınız. Tribün, Antalyaspor'un internet üzerindeki taraftar forumundan aktarmış olayı. Ben de Tribün'den (maalesef) malum sebeplerden dolayı sansürleyerek ve kısaltarak aktarıyorum. Tamamını okumak için bir Tribün alacaksınız artık. Bu arada Bursalı taraftara dikkat edin. İnanılmaz bir performans...
Haa unutmadan, 20 Ekim'de oynanan Fenerbahçe-Antalyaspor maçını, Fener 3-2 kazanmıştı.
MAÇTAN ÖNCE
Cumartesi Kadıköy işgal altında olacak. Kadıköy’e gelmeyen Bursalı olsun. İstanbul ve çevre illerden en az 200 taraftar gelecek. Bir de cuma akşamı Antalya'dan yola çıkacakları düşünürseniz, Kadıköy'de en az 1000 kişi olacağız. (Yazan: Efsane)
Ulan siz İstanbul'da 1000 kişi olun, ben bu alemi bırakırım. (Dikkat Bursaspor parçalar!)
Lan İstanbullular; biz oraya Allahına kadar geliyoruz. El mi yaman, bey mi yaman herkes görecek. Delikanlıysanız çıkarsınız karşımıza (Genç Akrepler)
Laaan, uydurmayın lan. 2 otobüs gidin dua edin, yalancı sahtekarlar sizi (Dikkat Bursaspor parçalar)
Biz Isparta'da okuyan öğrencileriz. Duman altında yol gitmekten bıktık. Bunun için sizden ricamız, otobüsün birini sigara kullanmayanlara ayırın lütfen. (Isparta'daki Akrepler)
Görünüşe göre çok kalabalık olacağız. Antalya'dan 10, Manavgat'tan 2, Kumluca'dan bir otobüs kalkacak. Orada görüşmek dileğiyle. (Yenikapı)
Oradan 100 otobüs, buradan 500 otobüs, benden de 10 bin otobüs. Denyo, topu topu kaç kişisiniz lan siz? Lan bütün şehir toptan delirdiniz mi oğlum? (Dikkat Bursaspor parçalar)
Maça gitmek isteyenler... Toplayın grubunuzu, cuma günü saat 22.00'de lokalde olun. (Eyvah 07)
MAÇTAN SONRA
Yönetim gibi yazık ulan size. Verdiğiniz otobüsü.... Bisiklet verseydiniz daha iyiydi lan!
Merhaba arkadaşlar. Dün her şeye rağmen biz 15 Antalyaspor taraftarı Kadıköy'de takımımızı destekledik. (Yenikapı)
Afferim lan aslan parçası. 15 kişi neyi desteklediniz lan salak, geri zekalı? Sırf Isparta'dan 20 kişi maça gidiyoruz diye yazdı, nerde oğlum bu adamlar. Yalancılar. Akrepmiş... Popomun akrepleri (Bursa Teksas Gökhan)
Ulan amma kolpacı adamlarsınız. Bir gün önce 10-15 otobüs diye rüzgár yapıyorsunuz, sonra rezil olduk falan. Kolpa Team 07. Alemde rezilsiniz lan! (Bursa Teksas Gökhan)
Beyler, Kadıköy'e giderken şu Bursalı piçe rezil olmamıza sebep olan ne kadar sorumlu varsa, alayı toptur. Biz her koşulda Kadıköy'e varmayı başardık, ama maç çoktan bitmişti. Şerefsizler! (Kocatepe'den Canki)
Arkadaşlar hepimize geçmiş olsun. Ulan bu yönetimle bu halimiz n'olacak. Cuma akşamı 750 kişi lokalde toplandık ama .... yönetimi 7 otobüs göndermiş. Aramızda maça gidecekleri seçtik, yola koyulduk. Kepez'i yeni geçmiştik ki otobüsün biri teklemeye başladı, sonra da diğerleri. Afyon’a kendimizi zor bela attık. Orada da soğuktan... 5 otobüs dolusu adam orada helak oldu. Güç bela iki otobüsü yaptırıp yolladık ama onlar da Kütahya'da kalmışlar. Ne biçim otobüs lan bunlar? Otobüslerin hepsi birden bozulur mu lan toplar, laaan! Bizimle ilgilenmeyen o yöneticilerin tartışmasız hepsinin... (Red Scorpions...)
Yazının Devamını Oku 26 Kasım 2001
Her şey, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün Nişantaşı'ndaki mağazaları toplu halde indirim yapmaya ikna etmesiyle başladı.
Mağaza sahiplerinin büyük bölümü, başlangıçta bu fikri pek parlak bulmadıklarını daha sonra itiraf ettiler. Milletin krizden krize savrulduğu bir dönemde, büyük indirimlerin bile netice sağlamayacağı düşünülüyordu.
Fakat umulanın aksi oldu ve Nişantaşı'ndaki mağazalar uzun süredir yüzlerine hasret kaldıkları müşterilerini yeniden karşılarında buldular.
Torbalar doldu, kasa önlerinde kuyruklar uzadı., hem mağaza sahiplerine, hem de alış veriş yapabildiğini gören kadınlara moral oldu…
Rakamla konuşmak gerekirse, Şişli Belediyesi'nin bu kampanyası, Şişli'de dükkan açanlara 12 trilyon liralık satış yaptırdı.
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2001
Yağmura bütün gün durmaksızın yağdı. G.Saray bir hafta içinde üçüncü maçına çıktı. Ağırlaşan zeminin ve yorgun futbolcuların zorlanmaları ihtimal dahilindeydi. Fakat Samsunspor oyunu kendi sahasında kapanarak oynamayı tercih edince, G.Saray'ın işi büyük ölçüde kolaylaştı. 1980'lerin ikinci yarısındaki müthiş Samsunspor'dan neredeyse hiç iz kalmamış. G.Saray, yıldızı gittikçe parlayan Sergen ve Roma maçındaki muhteşem oyununun bir tesadüf olmadığını dün gece de kanıtlayan Ayhan sayesinde kilidi ilk yarıda çözdü. G.Saray, Rizespor maçında Ümit Davala'nın attığı golden beri kafayla gol kaydedemiyordu.
Sergen bu enteresan problemi de halletmiş oldu. Kilidi çözdükten sonra çilingire gerek kalmadı diye düşünen Lucescu, Sergen'i ikinci yarıda oyundan aldı. Kötü hava şartlarına rağmen Ali Sami Yen'e gelen taraftarlar, Sergen de çıktıktan sonra büyük ölçüde rengini kaybeden maçı ‘‘bitse de gitsek’’ ruh haliyle seyretti.
Dün geceki maçla ilgili olarak üzerinde durulması şart olan konu ise, tribündü. İlk yarı manasız bir şekilde Fatih Akyel problemi yaşandı. Arkadaşlar, muhakkak G.Saray'ı seviyorsunuz. Fatih Akyel'i de çok seviyor olabilirsiniz. Ama maç sırasında tribünü ikiye bölmenin G.Saray'a ne faydası var Allah aşkına. Bütün problemleri çözdük bir tek Fatih Akyel mi kaldı? Siz, gücünü bütün dünyanın bildiği bir tribünsünüz. G.Saray'ı destekleyin. Şahıslarla işiniz olmasın.
BİZ İŞİMİZE BAKALIM
Dün geceki 3 puan tabii ki çantada keklik değildi. Ama G.Saray'ın maçı alma ihtimali zaten yüksekti. G.Saray bildiği yolda emin adımlarla ilerliyor. Bu kadar kısa zamanda Ayhan'ı kazanmışız, Sergen'i yeteneklerinin üst seviyesine taşımışız. Mondragon gibi çok iyi bir kaleci kazanmışız. Bırakın artık Fatih'i falan. Biz işimize bakalım. Zaten bakıyoruz da.
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2001
Yağmura bütün gün durmaksızın yağdı. G.Saray bir hafta içinde üçüncü maçına çıktı. Ağırlaşan zeminin ve yorgun futbolcuların zorlanmaları ihtimal dahilindeydi. Fakat Samsunspor oyunu kendi sahasında kapanarak oynamayı tercih edince, G.Saray'ın işi büyük ölçüde kolaylaştı. 1980'lerin ikinci yarısındaki müthiş Samsunspor'dan neredeyse hiç iz kalmamış. G.Saray, yıldızı gittikçe parlayan Sergen ve Roma maçındaki muhteşem oyununun bir tesadüf olmadığını dün gece de kanıtlayan Ayhan sayesinde kilidi ilk yarıda çözdü. G.Saray, Rizespor maçında Ümit Davala'nın attığı golden beri kafayla gol kaydedemiyordu.
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2001
Ben Huysuz'u özledim. Eminim sizler de özlediniz ama hayatınızda eksikliğini benim kadar hissetmiyorsunuzdur. Huysuz deyince anlamış olmanız lazım ama ben yine de açık açık yazayım. Huysuz İhtiyar'ı, Oğuz Aral'ı özledim. Ben biraz izin yapayım dedi hooop kayboldu.
İki hafta olacak neredeyse. Kesin dönünce neler yaptığını veya başka bir deyişle nelere sinirlendiğini anlatacaktır ama ben yine merak ediyorum nerelerde diye.
Oğuz Ağabey, Hürriyet'e yazıp çizmeye başladığından beri her sabah muhakkak telefonda konuşuyoruz. Konuşmamız hep şöyle oluyor:
- Kanat neredeydin?
- Buradayım ağbi.
- Benim ömrüm seni aramakla mı geçecek?
- Kem, küm...
- Sen sayfanın ilanını öğrenmemişsindir zaten. Ben öğrendim. Karikatürün ölçüsü klasik...
- Tamamdır ağbi.
- Hayır, tamam değil. Alınca beni arayacaksın.
- Tamamdır ağbi.
- Hayır, tamam değil. Sana verdiğim o kitabı okudun mu?
- Başka bir kitap girdi araya kem küm...
- Kitap araya kendiliğinden girmez. Sen sokmuşsundur. Tembelliğinden...
- Tamam ağbi, ben sefil ve tembel bir insanım.
- Hayır, tamam değil...
Oğuz Ağabey hakikaten huysuzdur. laf olsun diye değil. Mesela, hemen her konuşmamızda ‘‘Bana ne zaman uğrayacaksın. Kitap ayırdım sana. Hem gel 30 sene önce rakı nasıl içilirdi göstereyim sana’’ der.
Ben de damarına basmak için ‘‘Pazar günü Cimbom'un maçı var. Maç çıkışı uğrarım’’ derim.
Ali Sami Yen'in dibinde ev tutmak gibi talihsiz bir hareket yapmış olan Fenerli Oğuz Ağabey o dakika çileden çıkar: ‘‘Böğürüp duruyorsunuz zaten, kafamı şişiriyorsunuz. Hem maç için Mecidiyeköy'e geliyorsan, bana uğrama. Benim için gel Mecidiyeköy'e’’ der ve çoooott diye kapatır telefonu.
*
Oğuz Ağabey'le son konuşmamız diğerlerinden farklı oldu. Kitap Fuarı günlerindeyiz. Gazetede bir haber: ‘‘Huysuz bugün kitaplarını imzalıyor!’’
Anında çaktım telefonu:
- Ağbi kaçta geleyim?
- Nereye geliyorsun. Hem sen neredesin kaç gündür?
- Almanya'daydım ağbi. Fuar'a geleceğim.
- Hımmm. Nereden duydun?
- Gazetede okudum.
- Ayhan da eşek kadar kullanmış haberi. Görmesen şaşardım. Gelecek misin yani şimdi?
- Geleceğim diyorum ya işte.
- Eh peki, iyi o zaman altı buçuk gibi gel.
Cumartesi günü Kitap Fuarı'na gitmek gibi çılgınca bir hareket yapıp, tam altıbuçukta Oğuz Ağabey'in yanında bittim.
Huysuz, kan ter içinde kitap imzalıyor. Neredeyse kapıdaki kadar bir kuyruk da bizimkinin önünde.
Kendisine ‘‘Huysuz’’ diyor ama aslında ne yufka yüreklidir o bilirim. Kitaplarını imzalatmaya gelenler için çiçek almış. Her imzaladığı kitabın arasına bir tane de çiçek koyuyor.
Ben de istedim, bana da imzaladı ama benimkine çiçek koymadı. Huysuz işte n'olacak!
*
Kuyruk biraz hafifleyince, ‘‘Haydi tüyelim’’ dedim.
‘‘Ooooffff, aaaaah!’’ diye kalktı. Millet hálá elinde kitap Oğuz Ağabey'in peşinde. Güç bela attık kendimizi sokağa.
Şimdi Huysuz'a yer beğendirmek de mesele. ‘‘Öyle gürültülü olmasın. Abuk subuk rakçıların gittiği barlara götürme beni’’ makamından söylenip duruyor.
Önce bir şarapevine gittik. Şarabı da şarapevini de beğendi ama, ‘‘Bu dömisek. Dömisek şarabın iyisi olmalı. Fena değil ama dömisek...’’ Diye söyleniyor. Kaç kere dömisek dedi hatırlamıyorum ama garson fenalaştı.
Sonra kalktık, Çiçek Pasajı'na gittik. Orada direkt Sev-iç'e oturdu. Meğer Pasaj'a gittiğinde hep orada oturuyormuş. İki kadeh atınca biraz keyfi yerine geldi. Bana delikanlılık dönemi hikayelerini anlatmaya başladı.
O kadar harika hikayeler ki. Tehdit ettim, sen yazmazsan ben yazarım diye...
Son olarak da Kaktüs'e gittik. Bana ‘‘Hesabı sen mi ödeyeceksin, ben mi?’’ dedi.
Ben de neyime güveniyorsam, ‘‘Ağbi sen misafirimsin burada. Ben sana para ödetirsem bir daha mekana ne yüzle gelirim’’ diye efelendim.
Güldü ve ‘‘Garson! Hesabı bu hıyar ödeyecekmiş, bana en pahalı kanyağından getir’’ dedi.
Huysuz'cuğum. Çok özledim. Gel sana o kanyaktan bir şişe ısmarlamayan adidir.
Yazının Devamını Oku