Osmanlı’nın zübüklerini bilmem ama ‘zıbıkları’ Kapalıçarşı’da yapılırmış!

Baştan uyarayım, bu yazı biraz +18 oldu. Lütfen çocuklarınızı sayfadan uzak tutunuz.

Haberin Devamı

İçinizden “Zübük lafına aşinayız tamam ama bu zıbık da nereden çıktı” dediğinizi duyar gibiyim.
Anlatayım efendim...
Medyada hafta boyunca Kapalıçarşı’yla ilgili haberler çıktı. Çarşı’nın ünlü Sandal Bedesteni’ndeki 80 civarında esnafın tahliye edildiği, çalışanların buna direndiği ama dükkanlarının kapısına mühür vurulduğu yazılıp çizildi.
Çaresiz kalan esnaf mühürlü bedestenin önünde imza kampanyasına başlamış, sesleri çıktığınca haklarının yendiğini iddia ediyorlardı.
Hem esnafın derdini dinlemek hem de bedestenin yanındaki Tahtakale’ye uğrayıp döviz işinin pirlerine “Ne olacak bu doların hali” diye sormak için küçük gezi kafilemi alıp yanıma, düştüm İstanbul’un bu tarih kokan çarşısının yollarına...

CARİYE PAZARI NURUOSMANİYE’DE KURULURMUŞ
Çıkmadan önce de biraz kitap karıştırayım, dolaşırken bizimkilerin yanında cahil kalmayayım dedim. E dost var düşman var; hadi onlardan geçtik İlber Hoca var, Murat Bardakçı var... Allah cümle yazı erbabını hata yapıp onların dillerine düşmekten korusun; yanlış yazanı perişan ederler...
Geçtiğimiz günlerde elime Erk Acarer’in “Yüzde Yüz İstanbul” kitabı geçti. İşte zıbık mevzusu da bu kitabın sayfalarında çıktı karşıma. Acele etmeyin, geliyorum birazdan işin o kısmına...
Meğer vakti zamanında Kapalıçarşı’nın hemen yanında bulunan Nuruosmaniye’deki Süleyman Paşa Hanı’nda cariye ve köle pazarı varmış. İmparatorluğun değişik köşelerinden getirilen kadın ve erkekler, burada mezat usulüyle satışa çıkarılırmış.
Hatta büyük Rus yazarı Puşkin’in büyük büyük dedesinin yolu da Kapalıçarşı’daki bu köle pazarından geçmiş bir zamanlar. Büyük dede, Rus sefiri tarafından satın alınan bir Etiyopyalı köleymiş. Kadere bakın ki torununun torunu, dünya edebiyat tarihine damga vuran bir yazar olmuş.

Osmanlı’nın zübüklerini bilmem ama ‘zıbıkları’ Kapalıçarşı’da yapılırmış

İŞTE 13. YÜZYIL BAHNAMESİ’NDEN CARİYE KRİTERLERİ

Cariye ticareti 13’üncü yüzyılda yaşayan Nasuriddin Tusi’nin ‘Bahnamesi’nde belirtilen esaslara göre yapılırmış. Bakın nasıl anlatıyor Tusi, doğru cariyeyi seçerken dikkat edilmesi gerekenleri;
“Avradın dört nesnesi kara gerek: Saçı, kaşı, kirpiği ve gözünün karası...
Avradın dört nesnesi kızıl gerek: Dili, dudağı, yanakları ve avurtları...
Avradın dört nesnesi yuvarlak gerek: Yüzü, gözü, topukları ve bilekleri...
Avradın dört nesnesi uzun gerek: Boynu, burnu, kaşı ve parmakları...
Avradın dört nesnesi hoş kokulu gerek: Burnu, azası, koltuk altları ve ayakları...
Avradın dört nesnesi geniş gerek: Alnı, gözleri, göğsü ve butları...
Ve dahi avradın başı ne büyük
ne küçük ola.
Ve boynu ne uzun ne kısa ola ve eti dahi yuvarlak ola.
Ve yürüdüğü zaman, kalçasının etleri deprene...”

OSMANLI DÖNEMİNDE DE EROTİK EDEBİYAT VARMIŞ

Bahname’ler, günümüzün erotik yayınlarının Osmanlı dönemindeki tam karşılığı sayılırmış. Meğer zıbık denilen şey de, affedersiniz Osmanlı döneminin vibratörüymüş. Ahşaptan yapılırmış ve en iyileri de Kapalıçarşı’da satılırmış.
Hatta Acarer meşhur bir de fıkra almış kitabına o günlerden. Ama o fıkrayı burada yazarsam, RTÜK kesin benim köşeyi kapatır. Merak edenlere kitabın adını verdim. Kusuruma bakmayın, bundan ötesini gazete sayfasında yazmak bendenizi aşar efendim...


‘HASIRALTI’ KELİMESİ KAPALIÇARŞI’DAN ÇIKMIŞ

Gelelim çarşının tarihine... Bugünkü Kapalıçarşı’nın yerinde, Bizans zamanında da bir alışveriş alanı olduğu biliniyor. Osmanlı döneminde çarşının temelini, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet atmış.
Birçok yangın ve depremde zarar gören ama her dönemde popülerliğini koruyan Kapalıçarşı’da 30 bin 700 metrekareye yayılmış 4 bin civarında dükkan bulunuyormuş.
Son dönemlere kadar 7 çeşme, 10 kuyu, 1 sebil, 1 şadırvan, 40 han, 18 kapı, 5 cami, 1 okul bulunduğu bilinmektedir. Peki bu devasa çarşıda ilk hırsızlık ne zaman olmuş dersiniz? Acarer, onun hikâyesini de anlatıyor kitapta...
İlk hırsızlık olayı, kuruluşundan tam 131 yıl sonra yaşanmış. Ermeni kuyumcunun yanında çalışan genç çırak, ustasının dükkanını soymuş. Çaldıkları bulunmasın diye de ganimeti hasır altına saklamış. Ama hemen yakalanmış ve Sultan III. Murad’ın gözlerinin önünde çarşının girişine asılmış. Bugün de kullandığımız ‘hasıraltı’ deyimi, işte ta o zamanlardan kalmaymış.

Osmanlı’nın zübüklerini bilmem ama ‘zıbıkları’ Kapalıçarşı’da yapılırmış

BEDESTEN ESNAFININ EŞYALARI İÇERİDE KALMIŞ

Çarşıya Nuruosmaniye Kapısı’ndan girdik. Girer girmez duvara pankartlar asıp, imza kampanyası başlatmış olan Sandal Bedesteni esnafıyla karşılaştık. Dünyanın 72 milletinden turist, şaşkın gözlerle durumu seyrediyordu. Arkadaşlarımla “Haliniz nicedir” diye sorduk. Bir dokunduk, bin ah işittik...
Bedesten’deki toplam 80 dükkanın 300’e yakın emekçisi çaresizdi. Ama işin en hüzünlü tarafı, belki de İstanbul’un turist sirkülasyonunun bu kadar yoğun olduğu çarşıda böyle bir manzarayla karşılaşmaktı. Biz de kampanyalarına destek vermek için imzamızı attık. Hiç kimsenin mağdur edilmeyeceği bir ortak çözüm dileğiyle yanlarından uzaklaştık...

DOLAR, TAHTAKALE ESNAFININ SİNİRİNİ HOPLATMIŞ

Midemiz ufaktan zil çalmaya başlarken kendimizi ellerinde telefonlarla bağıra bağıra döviz pazarlığı yapan Tahtakale esnafının arasında bulduk. Daha önce de gelmiştim; birbirlerine takılmalarını izlemiş, yaptıkları esprilere kahkahalarla onlarla beraber gülmüştüm ama bu defa bambaşka bir havadaydı Tahtakale.
Sinirler gergin, döviz alan da satan da tedirgindi. Tam birinin yanına yaklaşıp, “Abi ne olacak bu doların durumu” diye soracak oldum; adam suratıma bakıp “20 yıldır buradayım, bilen varsa gelip bana da anlatsın” dedi. “Galiba işimiz falcılara kaldı” diye de ekledi.
Biz de “artık midemizin sesini dinlemenin vakti geldi” deyip Kapalıçarşı’nın lezzetlerine daldık ve sizin için de küçük bir rehber derledik.

Haberin Devamı


KAPALIÇARŞI’DAKİ ÜÇ ŞAHANE LEZZET

Haberin Devamı

İlk olarak ünlü Havuzlu Lokanta’dan bahsedeyim. Sulu tencere yemekleri ve Osmanlı mutfağında gerçekten de çok iyiler. Hele bir Hünkar Beğendi yedik, anlatmakla bitmez... Fırın sütlacı da, revanisi de çok lezzetli.
Bir arkadaşım tam döner söyleyecekti, “Dur” dedim. Çünkü İstanbul’un en lezzetli dönerlerinden biri Kapalıçarşı’nın hemen dibindeydi. Zaten Havuzlu Lokanta’da yerken Şahin’de çekeceğim döner ziyafetine yer bırakmıştım midemde.
15 dakikaya yakın kuyruk bekledim ama beklediğime değdi, çünkü şehrin en güzel dönerlerinden birini yedim. Çarşının Mahmutpaşa tarafındaki ünlü Dürümcü Raif Usta’yı da tavsiye ederim. Urfa’sı ayrı, Adana’sı ayrı ama ben en çok kuzu ciğerinden yaptığı dürümü sevdim...

Haberin Devamı

Osmanlı’nın zübüklerini bilmem ama ‘zıbıkları’ Kapalıçarşı’da yapılırmış

İSTANBUL’UN DİYOJEN’İ HÜSEYİN AVNİ DEDE

E tabii mideler bu kadar şişince yediklerimizi yakmak için vurduk kendimizi yine yollara. Kapalıçarşı’nın Beyazıt tarafındaki kapısından çıkıp, Sahaflar’da küçük bir tur attık.
Çıkışta, kim bilir kaç yıldır hiç ayrılmadığı o ağacın altında İstanbul’un Diyojen’i; yazar, şair, filozof, gerçek gönül adamı Hüseyin Avni Dede’yle karşılaştık. Hemen birkaç kitabını alıp, imzalattık. Kitaplarını toplayan, kendisiyle köşe kapmaca oynayan belediye zabıtalarından şikayet etti. İstanbul’un alameti farikalarından Hüseyin Avni Dede’nin hâlâ zabıta eziyeti çekiyor olması, hepimizin yüreğini titretti. Dede, bu şehrin kültür tarihinin nadide bir parçası...
Zabıtalar bırakın onu kovalamayı, tam aksine koruma altına almalı...

Yazarın Tüm Yazıları