Paylaş
Modern dergiciliğimizin kurucusu olan Arıklı’nın büyük bir acı üzerine inşa edilmiş özel yaşamında öyle ayrıntılar var ki film yapılsa yeridir.
Arıklı, Lozan’da Alp Yalman, İsmail Cem gibi arkadaşlarıyla Siyasal Bilimler okuduktan sonra henüz 24 yaşındayken Boğaziçi’nden tanıştığı büyük aşkı İnci Trak ile evlenmişti.
Kaderin garip bir cilvesi olarak ‘kankası‘ İsmail Cem de, İnci’nin kız kardeşi Elçin Trak ile aynı yıllarda hayatını bileştirecekti.
Ercan ile İnci’nin dillere destan aşk hikayesi, ne yazık ki büyük bir trajedi ile sonuçlandı.
1973 yılında evliliğin temelleri çatırdamaya başlarken, İnci Hanım büyük bir bunalıma girmiş; bir kasım gecesi Neuchatel’de Podries Caddesi’ndeki evinde iki oğlu ile birlikte havagazını açarak ölümü beklemeye başlamıştı.
Bu arada bilinçsiz olarak yaktığı bir sigara, büyük bir patlamaya neden olacaktı.
Podres Caddesi’ndeki ev, Ercan Arıklı’nın iki oğlunun mezarı olmuştu.
Bir rastlantı eseri kurtulan İnci Hanım ise yaşamının geri kalan kısmını bu acı içinde geçirdi.
Yıllar sonra yeniden evlendi ve Antalya’da bir trafik kazasına kurban gittiğinde çocuklarının yanına defnedildi.
Ercan Arıklı, ailesi için Zincirlikuyu Mezarlığı’nda dört kişilik yer ayırtmıştı. Artık boş kalan tek mezar yeri
kendisine aitti...
Ercan Arıklı bu acıyı içine gömüp yasını unutmak için kendini işine adadı.
Çıkardığı ‘Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi’ ile haftada 100 bin fasikül satarak ansiklopedi yayıncılığında gerçek bir devrim yaptı.
Duygu Asena ile anlaşarak Kadınca’yı, Hıncal Uluç’u Cumhuriyet’ten transfer ederek Erkekçe’yi çıkardı.
Ardından 80’li yıllarda bir efsane olan Nokta dergisi geldi.
Arıklı iş yaşamında başarıdan başarıya koşarken kadınlar da hayatında çok önemli bir yer tutmaya başlamıştı.
Rahmetli Duygu Asena’nın anlattığına göre onun çapkınlığı sonradan edinilmiş bir durum değildi.
Bir gün ona “Bebeğim, bunu o kadar inanarak yapıyorum ki, o an karşımdakini dünyanın kraliçesi olarak görüyorum ve bunu açıkça söylüyorum” demişti.
Uzun süre birlikte olduğu Çağla Kurtuluş’a ise bir itirafta bulunmuştu Arıklı.
Meğer yıllardır beğendiği kadınların bir listesini yapar, birlikte olduklarının üzerini çizermiş. “Sen listede ikinciydin” demiş Çağla’ya...
Arıklı biraz da espri olsun diye tuttuğu bu listeyi yıllarca saklamıştı. Ama son evlendiği Güher Pekinel’den boşanırken, liste bir ‘delil’ olarak mahkeme dosyasına girmişti.
Dostları onun müthiş titiz bir insan olduğunu söylerler.
Örneğin sofrasındaki beyaz peynir mutlaka Nişantaşı’ndaki Abant Çiftliği’nden, zeytin ve her sabah yediği greyfurt ise Balık Pazarı’ndan alınırmış.
Ayrıca gardırobundaki ceketlerin ve pantolonların hepsinin içlerine işlenmiş birer numara varmış.
“Bu numaraları havanın sıcaklık veya soğukluk derecesine göre kullanırdı” diye anlatmış yakın dostu Zafer Mutlu; “Mesela hava sıcaklığı 18 derece mi, o gün Ercan mutlaka 18 numaralı ceket ve pantolonu giyerdi.”
2 Haziran günü çalıştığı gazetenin önünde bir halk otobüsünün altında kalarak yaşamını yitirdi Ercan Arıklı.
Onu, ailesinin yanında yıllar önce ayırdığı dördüncü mezara defnettiler.
Allah rahmet eylesin diyelim ve Ertuğrul Özkök’ün ardından attığı şu başlıkla noktalayalım yazıyı: Kadınların duaları onu cennete götürmeye yeter.
Not: Arda Uskan’ın Güle Güle isimli biyografi kitabından derlenmiştir.
Yalnız meydanlarda değil müzelerde de kraldan çok kralcılar var
Cumartesi, Nar Photos’un içinde Gezi fotoğraflarının yer aldığı ‘Yolda’ sergisini görmek için bir arkadaşımla İstanbul Modern’in yolunu tuttuk.
Nasıl hevesliydim anlatamam. Nar, ülkemizde haber ve belgesel fotoğrafçılığına yeni bir boyut getirip bu geleneğin devam etmesi için sağlam adımlar atan bir oluşum.
Pek çok başarılı fotoğrafçının takım halinde bir araya gelip, objektifleriyle ölümsüzleştirdikleri hayat kesitleri bana Life Dergisi’nde gördüğüm fotoğrafları anımsatıyor.
Bu düşüncelerle biletlerimizi alıp içeri girdik.
Ancak daha ilk adımda o çok tatsız “Keşke gelmez olaydım” duygusu adeta bir tokat gibi çarptı suratıma.
Efendim bütün suçum, telefonumla fotoğraf çekip Instagram’da paylaşmak istemem.
Elimdeki telefonu gören güvenlik görevlilerinden biri önce ‘kibarca’ uyardı, sonra da kaş göz işaretiyle bir başka güvenliği peşimize taktı.
“İşe bak” dedim arkadaşıma “sergiyi kortej eşliğinde dolaşacağız herhalde...”
Oysa ortalıkta ‘Fotoğraf çekmek yasaktır’ yazılı herhangi bir uyarı tabelası da görmemiştim.
Bu kadarla da kalsa iyi, arkadaşı tarafından ‘tehlikeye dikkat çekilen’ ikinci güvenlik görevlisi gelip bu kez son derece kaba bir ikaz daha yaptı.
Üstelik de o sırada hemen yanıbaşımdaki bir turist profesyonel fotoğraf makinesiyle elini kolunu sallayarak dolaşıyordu.
Koskoca Louvre’da bile adamlar Mona Lisa’nın flaş kullanmadan fotoğraflarının çekilmesine izin verirken, modern sanat müzesinde girişte çekilen herhangi bir fotoğrafı sosyal medyada paylaşmak isteyenlere yasak koymak, herhalde bizim ülkeye özgü bir işgüzarlık olsa gerek.
Haydi diyelim ki müze yönetiminin tercihi böyle. Peki sorarım size, Gezi’deki yasaklara karşı yapılan bir eylemin, muhteşem fotoğraflarının yayılmasını yasaklamanın manası ne?
Bu arada resim çekmenin kuşkusuz yasak olduğu sergiler de var.
Ama adamlar bunu baştan belirtiyorlar, biz de kurallara uyuyoruz. Hem bilet alırken uyarmayıp hem de bu kabalığı yapmak ayıp değil mi?
Bunu insanlara iletme şekli böyle mi olmalı? Bir ziyaretçiye, müzeyi soymaya gelmiş hırsız muamelesi yapmaya kimin hakkı var?
Üstelik de kurucusunun tanıdığım en zarif kişilerden Oya Eczacıbaşı’nın olduğu bir müzede yaşandı bütün bunlar...
Bir yandan müzelere yeterince insan gitmiyor diye yakınıyoruz, diğer yandan gidenleri bin pişman ediyoruz.
Sizin anlayacağınız bir biber gazı yemediğimiz kaldı. Müzeye mi gittik Gezi’ye mi inanın anlamadım...
İsterdim ki bu köşede İstanbul Modern’in dünyaya açılan bir penceremiz olduğunu yazayım, yolda sergisinin muhteşemliğimden söz edeyim... Ama kraldan çok kralcı ‘üniformalılar’ sayesinde bu mümkün olmadı.
Bırakın sergiyi gezmek, hemen çıktım ve biletimi de iade ettim.
İnsanlara insan gibi davranılmadığı sürece de bir daha adımımı atmam İstanbul Modern’e...
Not: İşin en tuhaf yanı benim elimdeki cep telefonuna suç aleti muamelesi yapan güvenlik görevlilerinin bir süre sonra müzeyi gezen başka bir arkadaşımın çektiği onlarca kare fotoğrafa tek bir laf etmemesiydi. O fotoğrafları görmek istiyorsanız, Hürriyet Sosyal sayfamda...
Ortaya karışık
Bir Beş oktavlık sesiyle ünlü ‘diva’ Mariah Carey geçen perşembe günü halka arasına karışarak New York’ta metroya binmiş. Ancak Carey metroyla kırmızı halı törenlerini karıştırmış olacak ki’seyahatte giymek için pullu payetli mavi bir gece elbisesi tercih etmiş. Deli mi veli mi diye siz karar verin artık...
İki Angelina Jolie’nin başrolde olduğu Maleficent (Malefiz) filmi tüm dünyada emin adımlarla bir ‘fenomen’ olma yolunda ilerliyor. M.A.C Cosmetics, Malefiz temalı makyaj malzemeleri çıkarıyor, önüne gelen kafasına iki boynuz takıp Instagram’a fotoğraflar koyuyor... Bu ‘çılgınlığa’ en son uyan ise ünlü talk show’cu Ellen Degeneres... Filmin afişine kendi yüzünü yerleştirip adını da Elleficent olarak değiştiren Ellen, bu fotoğrafı Twitter’dan “Filmin ikinci bölümü için bir fikrim var” diyerek paylaştı. Helal olsun Angelina’ya, boynuz takmayı bile moda haline getirdi.
Üç Mark Zuckerberg’ün karısı, yani ‘Facebook’un first lady’si’ Priscilla Chan bir röportajında Mark için hayatında Facebook’tan sonra en önemli şeyin köpeği Beast’in mutluluğu olduğunu söyledi. Acaba Priscilla ‘önem sırasında’ Facebook’tan önce mi yoksa Beast’ten sonra mı geliyor?
Paylaş