Paylaş
Yiyecek içecek sektörünün köklü isimlerinden Bozanoğlu Ailesi’nin kızı Beyza, Paris’in meşhur aşçılık okulu Cordon Bleu’deki eğitimini tamamlamış, kentin ünlü lokantalarında çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönmeye karar vermişti.
Beyza Bozanoğlu ülkeye dönmeden ünlü Fransız pastane zinciri Laduree’nin Türkiye haklarını da satın almıştı.
Aylar süren bir hazırlık döneminden sonra ilk şube Bebek’te açıldı.
Başlangıçta işler o kadar iyi gidiyordu ki, Bebek’teki mekân kısa sürede tüm dünyadaki Laduree mağazaları arasında en yüksek ciro yapanların arasına girdi.
Derken İstinye Park’ta ikinci şube açıldı.
Makaron, şampanya, mum, kitap ve reçelden oluşan ürün yelpazesi ile İstinye Laduree de İstanbullular’ın gözbebeği haline geldi.
Fransız patron David Holder da sık sık Türkiye’ye gelerek bu başarıyı yerinde gözlemliyordu.
Ancak Laduree, Fransa dışındaki diğer ülkelere sattığı makaronların üretimini İsviçre’ye kaydırınca bu tatlı rüya kabusa dönmeye başladı.
Gümrükte sorunlar çıkıyor, yeni aromalarla üretilen makaronlar Türkiye’ye gönderilemiyordu.
Son kullanma tarihi yaklaşan bazı ürünlerin Türkiye’ye yollanması ise bardağı taşıran damla oldu ve Beyza Bozanoğlu ile David Holder arasındaki ipler kopma noktasına geldi.
Anlatılanlara göre işin perde arkasında, Holder’in markanın temsilciliğini daha önce iş yaptığı bir Musevi aileye vermek istemesi yatıyordu.
Ve ortaklık sonunda bozuldu, Holder anlaşmayı iptal etti. Söylentiler almış başını gidiyordu.
Merkez, Türkiye’deki bazı ünlü markaların yaklaşık 3 milyon euro’luk tekliflerini de göz ardı edip temsilcilik hakkını İsviçreli Fayon ailesine vermişti.
Bugünlerde piyasalarda aile fertlerinin İsviçre’de yaşadığı için işlerle pek ilgilenemediği, mağazaların da eskisi kadar ciro yapmadığı konuşuluyor.
Bu arada Beyza Bozanoğlu da boş durmadı. Uğradığı zarar iddiasıyla Fransa’da Laduree aleyhine 5 milyon euro’luk bir tazminat davası açtı.
Durumun fotoğrafına bakınca insan kendi kendine, be adam sen durup dururken neden tıkır tıkır işleyen güzelim aşa su katarsın diye sormadan edemiyor.
Tabi elin Fransız’ı nereden bilsin ‘Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak’ ata sözünü...
Bakalım bu iddialar mahkemede ne yanıt bulacak... Benim tanıdığım Beyza, 5 milyon euro’luk tazminatı söke söke almadan bu işin peşini bırakmaz...
Elçiye zeval olmaz Nebahat!
Tamamen tesadüftü onunla karşılaşmam.
Su satarak yaşamını devam ettirmeye çalışan kendi halinde bir insandı.
Biraz lafladıktan sonra soyadı dikkatimi çekti.
‘Çehre’ pek sık rastlanan bir soyadı değildi.
“Nebahat Çehre ile bir akrabalığınız var mı?” diye sorduğum zaman kelimenin tam anlamıyla bir dokundum, bin ah işittim.
Lafı fazla dolandırmayalım.
Hasan Çehre, ünlü yıldız Nebahat Çehre’nin kardeşi olduğunu iddia ediyor.
“Samsunlu yedi kardeşiz ama şimdi hepimiz ayrı yerlere savrulduk” diye başlıyor anlatmaya.
Ailenin dağılması, Nebahat 6 yaşındayken annesinin onu alıp İstanbul’a göç etmesiyle başlamış.
Ana kız burada yeni bir hayat kurmuşlar kendilerine.
Nebahat Çehre üne kavuştuktan sonra Hasan onunla ilgili hiçbir haberi ve televizyon programını kaçırmamaya gayret etmiş.
“Kesinlikle bizden söz etmiyor, ‘İstanbul’a 6 yaşındayken geldim, annemin beyiyle yaşadık’ diye anlatıyor her yerde. Yani bizden ve babamdan değil, hep üvey babasından bahsediyor” diyor.
Hasan yıllarca ablasına ulaşmaya çalışmış.
Bir ara telefonunu bulmuş; arayıp görüşmek istediğini söylemiş.
Ama Çehre’nin yanıtı “Nereden buldun numaramı? Ben görüşmek istemiyorum” olmuş.
O tatsız telefondan sonra bir daha ne konuşmuşlar ne de karşılaşmışlar.
Hasan Çehre biraz da yanlış anlaşılmaktan korkuyor.
“Onun şöhretiyle hiçbir alakam yok” diyor. “Derdimiz asla para pul değil. Çok şükür kendimizi geçindiriyoruz. Sadece dünya gözüyle ablamı bir kez görmek, sarılmak istiyorum... Hatta isterse onun evine bile gitmeyiz. Küçük bir gecekondumuz, tavuklarımız, civcivlerimiz var; buyursun bize yemeğe gelsin hasret giderelim.”
Bu arada Hasan’ın iki tane de kızı var, yani Nebahat Çehre’nin öz be öz yeğenleri...
Dizilerde halalarını her gördüklerinde “keşke oradaki oyuncular kadar yakın olabilsek ona” diye iç geçiriyorlarmış.
Elçiye zeval olmaz Hasan Çehre’nin anlattıkları ve iddiaları bunlar. Bakalım Nebahat Çehre cephesinden nasıl bir yanıt gelecek...
Lal filmini izlemek için 7 neden
Bir Herkesin kutuplaştığı bir dönemi anlatan filmi, 40 yıl sonra yine herkesin kutuplaştığı bugünlerde izliyor olmak yürek burkuyor...
İki Erkan Can ‘sinir bozucu ve kötü’ bir karakterde yine ustalığını konuşturuyor, döktürüyor... Sesiyle, duruşuyla hatta bakışlarıyla bile filme damgasını vurmuş.
Üç Siyasi karışıklıkların yoğun olduğu 70’li yıllarda geçen bir dönem filmi olması korkutuyor olsa da, Semir Aslanyürek’in dokunuşları korkuyu silip atmayı başarmış.
Dört Filmde Yılmaz Güney ve temsil ettiği olgular ‘mesaj kaygısından’ uzak bir şekilde aktarılmış...
Beş Siyasetle bu kadar iç içe bir hikâyenin müziklerini Grup Yorum’un yapıyor olması da filme ayrı bir lezzet katmış. Müzikler hayli çarpıcı, hatta kimi zaman tüyleri diken diken edici olmuş...
Altı İkinci Kıbrıs Çıkarması ve sağ-sol çatışmalarını anlatırken bile film kimi zaman güldürmeyi başarıyor.
Yedi Türkiye’de “Hepimiz kardeşiz” desek de bugüne kadar nasıl kardeşçe yaşayamadığımızı bir kez daha görmek için Lal’e gidilir. Hele de bugünlerde!
Bu aralar en sevdiğim 10 şarkı
Bir İlahi Adalet- Demet Akalın
İki Alt Dudak- Hande Yener
Üç İltimas - Gülşen & Murat Boz
Dört Vaziyetler- Sıla
Beş Kalbimin Tek Sahibine - İrem Derici
Altı Sana Şarkı Söylerim - Yıldız Tilbe
Yedi Çak Bir Selam - Ayşe Hatun Önal
Sekiz Karavan - Metin Arolat
Dokuz Fazla aşkı olan var mı? - MaNga
On Az Zehir Az Bal - Cenk Eren
Paylaş