Paylaş
* Buradan bakınca karşımda şakalı, esprili, cümbüşü bol bir adam görüyorum. Bu mizacınız çocukluktan mı yadigar?
- Erdal: Tam üstüne bastın! Hem Bursa hem de Balıkesir kökenli bir aileden geliyorum. Teyzeli, halalı, amcalı, babaanneli kalabalık içinde, mutlu bir çocukluk geçirdim.
* “Lale Devri çocuğuyum” diyorsunuz yani?
- Erdal: Hem de ne devir! Efendim bendeniz, Talat ve Şükriye Özyağcılar’ın üzerine titredikleri iki numaraları olarak Bursa’da doğmuşum. Benden evvel Mustafa adında gürbüz bir ağabeyim varmış. 10 aylıkken fazla yemek yedirdikleri için çatlayarak ölmüş. Aynısı benim de başıma gelmesin diye o kadar az beslemişler ki, zayıflıktan konuşmaya bile mecalim yokmuş. O yıllardan iki kocaman kepçe kulak arasında küçücük surat fotoğraflarım hâlâ durur...
* Evin şımarık oğlu siz miydiniz?
- Erdal: İki kardeşim daha var, en büyükleri benim ama tek çocuk gibi yaramazdım. Ortalığı birbirine kattığımdan beni adam etmek için denemedikleri yol kalmadı. Hacamat da yaptırdılar, hatta üfürükçüye götürüp okuttular bile.
* Hacı hocaların, üfürükçülerin faydası olmadı mı?
- Erdal: Olmaz olur mu! Üfürükçü burnumu ağzına alıp üfleyince, ne yediysem hepsini dışarı çıkardım. O deneyimi bir daha yaşamamak için de biraz uslanmaya karar verdim.
- Güzin: Bence gram faydası olmamış. 6 yaşında neyse, 60 yaşında da hâlâ o! (Kahkahalar)
* Türk annelerinin DNA’sında böyle hallerde “terlik terbiye” yöntemi kullanmak vardır. Sizin evde durum nasıldı?
- Erdal: Annem dünyalar tatlısı bir kadındı, isyan ediyordu ama bana kıyamazdı.
BABAM BENİ İZLEMEK İÇİN NAMAZI KAZAYA BIRAKIRDI
* Peki ya peder bey?
- Erdal: Muhteşem bir adamdı. Babaannemin Nakşibendi dostlarıyla büyümüş biri, bu yüzden ben de tasavvuf kültüründen nasibimi aldım. Beş vakit namazını kaçırmadan kılan babam, tiyatrocu olmama hep destek verdi. Hatta oyunlarımı izlemek için namazını bazen kazaya bile bırakırdı.
* Tasavvuftan etkilenerek mi tiyatrocu olmaya karar verdiniz?
- Erdal: Okulun sahibi İhsan Bey çok meraklıydı tiyatroya. İlk olay okulda başladı. Hemen yanımızda kız enstitüsü vardı, her sene piyesler oynanırdı. Dekorları da oyunlar bittikten sonra eski bir Rum evinin en üst katına kaldırılırdı. Bir gün teneffüste oraya gittim... İlkokuldayım, şapkalar, külahlar, kapılar... Bambaşka bir dünya... Sonraları da kaçıp kaçıp orada oynamaya başladım.
* Erdal harikalar diyarında...
- Erdal: Kesinlikle! Kent Oyuncuları ve Dormenler bizim şehre turneye gelmeye başlamıştı. Kombine bilet alıyordum. Soluksuz takipteydim; meğer babam da çaktırmadan beni takipteymiş (kahkahalar)...
* Takibe takip!
- Erdal: (Gülüyor) Düşündüğünün aksine ben şanslı azınlıktandım. Babam ilgimi fark edince eve, Devlet Tiyatrosu’nun program dergileri getirmeye başlamıştı. Ben de broşürlerdeki başrol oyuncularının ismini çizip, yerine kendi adımı yazardım.
* Secret’ı ilk keşfedenlerdenmişsiniz...
- Erdal: İstediğin şeye tutkuyla bağlanınca kendi kaderini çizmiş oluyorsun zaten. Ama sadece ağzını açıp “Evren bana versin” diye beklersen avucunu yalarsın. Ben gelen oyunları hayranlıkla izleyip ezberlerdim. Derken eve bir teyp alındı, ezberlediğim rolleri oraya seslendirmeye başladım.
TİYATRONUN ŞEYHİ DE KARAGÖZ VE HACİVAT’TIR
* Bir nevi radyo tiyatrosu...
- Erdal: Aynen öyle... Babam kuşlara çok meraklıydı, arada teybime kuşlarla ilgili kitaplardan bölümler doldurup ona dinletirdim. Böylece kaleyi içten fethettim. Liseden sonra konservatuvara gideceğimi söyleyince de, hiç zorluk çıkarmadan “Tamam” dediler.
* Halbuki hikayenin burasında arabeske bağlayıp ailenizle idealleriniz arasında kaldığınız bir yer olmalıydı... Bir yanlışlık olmasın?
- Erdal: (Gülüyor) Babam biraz Ahi kültüründen geliyordu. Dericiler Federasyonu başkanlığı da yaptı... Ahi geleneğinde; şeyhi olan meslek kutsaldır. Babam bu yüzden “Tiyatronun şeyhi de Karagöz ve Hacivat’tır. O zaman doğru meslektir” deyip bana yolu açtı.
- Güzin: Hikayenin arabesk kısmı için burada ben devreye giriyorum...
* Siz konservatuvar için evden kaçanlardan mısınız?
- Güzin: Kaçmak ne mümkün! Evde kapılar kilitlenmiş, pencereler sürgülenmiş... Odalarda ışıksızım yani (kahkahalar)! Tam sınavı kaçırmak üzereydim ki, bizimkilerin çok saydığı Paşa komşumuz son anda rica edince ancak kilitleri açtılar.
* Askeri darbeyle girdiniz sınava yani?
- Güzin: (Gülüyor) Aynen öyle oldu. Ama babam sonuçlar açıklanıp, binlerce insan arasında kazanan altı kişiden biri olduğumu öğrenince bu duruma saygı duymaya başladı. Yine de “Sahneye çıkmaya izin yok, kültürün artsın diye yolluyoruz. Kültürlen eve gel” diyerek izin verdi.
* Erdal Bey siz de bir koşu kültürlenip, eve mi geliyordunuz?
- Erdal: Konservatuvar öncesi benim bir hukuk fakültesi maceram var. Babam yüksekokulda okumamı çok istediği için onu kırmayıp hukuka kaydolmuştum. Oradayken tiyatro sınavlarına girdim ama ne yazık ki kazanamadım.
* Burada işler dramatikleşiyor sanırım...
- Erdal: Sınav bitince hemen Ankara’dan Bursa’ya döndüm. Babam beni kapıda karşıladı, sabah namazına kalkmıştı. Adeta dünya başıma yıkılmış bir halde eve girdim. Dizine yatırıp saçımı okşadı; “Üzülme, seneye bir daha girer, kazanırsın” dedi. O anı unutamam. Düşünsene beş vakit namaz kılan bir baba, tiyatro sınavını kazanamayan oğlunu dizine yatırıp teselli ediyor. Türkiye için inanılmaz güzel bir tablo!
BENİM ADIM İLHAN ONGAN DEĞİL ERDAL ÖZYAĞCILAR
* Peki baba-oğulun o gece evrene yolladığı enerji işe yaradı mı?
- Erdal: Üç gün içinde hayatım değişti (kahkahalar). İlhan Ongan adında bir arkadaşım vardı. Şehir Tiyatroları Belediye Konservatuvarı Sınavı’na girecekmiş ama vazgeçmiş. Kazanamadığımı duyunca giriş belgesini bana verdi. Hayatımda ilk kez uçağa binip, apar topar İstanbul’a gittim. İlhan Ongan olarak Yıldız Kenter’den Melih Cevdet Anday’a uzanan tiyatro ansiklopedisi gibi bir jürinin karşısına çıkıp sınavı kazandım.
* 20 yıllık “Erdal”lıktan sonra İlhan olmak nasıl bir duyguydu?
- Erdal: Tabii ki feci! Karnıma ağrılar giriyordu. Konuyu üst sınıftan Mustafa Alabora’ya açtım. Adımın İlhan olmadığını, arkadaşımın ismiyle sınava girip öyle kazandığımı söyledim. O anki rahatlamamı anlatamam. O da “Bunu Yıldız (Kenter) Hoca’ya anlatmamız gerekir” dedi.
* Yusuf yusuf durumları...
- Erdal: Yıldız Hoca tatlı sert biri ama ben korkmaktan ziyade utanmaktan telef oldum. Çünkü işin kötü yanı beni çok sevip, güveniyordu.
* Kadının hayallerini mi yıktınız?
- Erdal: Tam değil! Zaten önemli olan isimden ziyade, gösterdiğiniz performans. Ama yine de sonuçta olayda bir usulsüzlük var. Bir sene konuk öğrenci olarak devam ettim. Sonraki yıl yeniden sınava girip kazandım. Bu kez ikinci sınıftan başladım.
YA AYAKLARI ÇİRKİNSE! O ZAMAN BU İŞ ÖLDÜRSELER OLMAZ
* Peki Güzin Hanım siz Erdal’a mı, yoksa İlhan’a mı aşık oldunuz?
- Güzin: Ben Erdal olarak tanıdığım için şok yaşamadım, asıl travmayı ayak kontrolü esnasında geçirdim (kahkahalar).
* Pardon ama ayak kontrolü derken neyi kastediyorsunuz?
- Güzin: Erdal güzel ve küçük ayaklı kadınları severmiş. Meğer benim ayaklarımın nasıl olduğunu öğrenmek için o zamana kadar bin bir takla atıp durmuş (gülüyor).
- Erdal: Güzin’i görüyorum, beğeniyorum, bakışıyoruz ama içimden “Ya ayakları çirkinse! O zaman bu iş öldürseler olmaz” diyordum. Bu noktada yine Mustafa Alabora devreye girdi.
* Allah’tan hayatınızda Mustafa Alabora gibi bir arkadaşınız varmış...
- Erdal: Deli misin? Evliliğimiz; ‘üç s’ üzerine kurulu: Sevgi, saygı, sağlıklı ayak (gülüyor). Mustafa üst sınıf olmasının avantajını kullanıp, “Sen bana bırak halledeceğim” dedi. Birkaç arkadaşla birlikte Güzin’i sahneye getirdiler.
- Güzin: Ben ne olduğunu anlamadan şakayla karışık çizmelerim çıkarıldı, üzerine bir de ayaklarıma bakılıp onaylandı. Bu eleme yöntemi sayesinde de 40 yıldır buradayım!
* Sahneye sadece ayak kontrolü için çıktınız galiba? Oyun moyun hak getire...
- Güzin: Erdal ile Mustafa okuldan sonra Yıldız Hoca’nın yanında stajyer oyunculuğa başlamıştı. Ben evden yasaklıydım. Okurken seslendirmelerden kazandığım parayı biriktirip, Deniz Türkali ile İngiltere’ye gittim.
“HUYSUZ VİRJİN”E KARŞI DEĞİLİM SADECE PRIME TIME’DA OLMAMALI
* Çocuklarınız küçükken “Huysuz Virjin”i seyretmesinler diye evde televizyonu kapattığınız doğru mu?
- Erdal: Hayır yahu, olur mu öyle şey? Bu rivayeti Seyfi Bey de (Dursunoğlu) duymuş. Bir gün telefon edip sordu. Kendisine detaylıca izah ettim, bu yüzden içim çok rahat. Bu tarz programlar tabii ki yapılsın ama prime time kuşağında olmasın.
* Bu kadar muhafazakâr olduğunuzu bilmiyordum.
- Erdal: Ben de onu anlatmaya çalışıyorum. Ama bu bir gerçek, televizyon programlarını kendi dünya görüşümüz ile değerlendirmemeliyiz. Diyelim ki Anadolu’da 8 yaşında bir erkek çocuk Huysuz Virjin’den etkilenip, içeriden kız kardeşinin elbiselerini giyse, o evdeki resim ne olur sence? İşte o anı düşünemiyoruz. Saat 12’den sonra ne yaparsan yap.
* Kısaca eğitici sansürü destekliyorsunuz...
- Erdal: Mesele yalnız o değil. Vurdulu kırdılı mafya dizileri oynuyor, bazılarını ben de severek izliyorum ama ertesi gün gazeteleri bir açıyoruz, dizideki karaktere özenen bir genç çıkıp diğerini vurmuş. Bu tür işlerin gerçek hayattaki yansımaları maalesef güzel olmuyor. O yüzden de bu tarz programların yayın saati gerçekten çok önemli.
İNGİLTERE’DE BİR OTELDE ÇALIŞIYORDUM ERDAL’A DA ORADA GARSONLUK AYARLADIM
* Güzin Hanım İngiltere’ye gidince, aşka kısa bir mola mı verdiniz?
- Erdal: Hiç olur mu öyle şey, bırakır mıyım! Bir sene de askerlik yüzünden kütüphanecilik bölümünde okumak zorunda kaldım. Ardından da tecil ettirip soluğu onların yanında aldım.
* İngiltere acı vatan... Geçim derdini nasıl hallettiniz?
- Güzin: Ben büyük bir otelde çalışıyordum, Erdal’a da orada garsonluk ayarladım.
- Erdal: Bizim ailenin bir tarafı otelci diyerek yalan dolan, şaşaalı bir garsonluk CV’si hazırladım. Öyle referanslar yazdım ki aklın durur ama bırak servis yapmayı tabak taşımayı bile bilmiyordum (kahkahalar).
* Yine bir “İlhan”lık hikayesi yazmışsınız...
- Erdal: Evde “Tabak nasıl tutulur, bardak masaya nasıl konur” diye pratik yapıyorduk (gülüyor). Bu süreçte ilişkimiz daha da ciddileşti, döner dönmez de evlendik zaten.
- Güzin: Erdal tam bir Don Juan’dı (kahkahalar). Elinde tepsisiyle her sabah gelir, portakal suyumu ve gülümü verip güne öyle başlardı.
* O andan itibaren “Gülü bir gün, seni her gün seveceğim” diyorsunuz yani...
- Erdal: İnsanların özel anları vardır. Bazen kafa dinlemek isterler. Biz buna çok saygılıyız.
- Güzin: İkimizin de kendi alanlarımız, güvenimiz ve saygımız var. Şimdiki gibi WhatsApp’ta iyi geceler dedikten sonra acaba online mı diye birbirini kontrol eden çiftlerden hiç olmadık (kahkahalar). Özel sınırlara saygı gösterdikçe ilişki kemikleşiyor. Çoluğumuz çocuğumuz, torunlarımızla hayatın farklı zevklerini tadıyoruz.
* Durun canım, hemen toruna bağlanmayın! Daha aşkınızın meyveleri Emrah’la, Zeynep’e sıra gelmedi...
- Güzin: Erdal’ın tez canlılığı bana da geçti galiba (gülüyor).
- Erdal: İki tane sağlıklı, ahlaklı, nur topu gibi çocuğumuz oldu. “Züğürt Ağa”nın çekimleri sırasında yakın arkadaşım Şener birden sırtıma atlayıp “Kızın oldu!” diye zıplamaya başladı. Ne olduğumu şaşırmıştım, meğer bu Şener’in bana Zeynep’in doğduğunu müjdeleme yöntemiymiş (kahkahalar)
* Zeynep’te biraz “Armut dibine düşer” durumu var galiba...
- Zeynep: Aynen öyle... Bir çocuk doğduğunda, amcalar, teyzeler bakıp “ne güzel çocuk, tam anne-baba karışımı” derler ya, benimki de işte o hesap! Devlet Opera Balesi mezunuyum, lisanslı Latin dansçısıyım. Öte yandan da konservatuvarda oyunculuk bölümünde okudum.
* Maşallah sanat üzerine diploma koleksiyonu yapmışsın...
- Zeynep: Evet ama abim Emrah’ta durum tam tersiydi...
* Evin haylaz çocuğu Emrah mı?
- Erdal: Kısmen... Provalarımızın olduğu günlerde çocukları mecburen Güzin’in ablasının eczanesine bırakıyorduk. Emrah “Asla tiyatrocu olmayacağım. Büyüyünce çocuklarımı kimsenin eline bırakmayıp, onları görebileceğim bir iş yapacağım” diye kıyametleri koparıyordu.
- Güzin: “İleride çocuklarımdan ayrılmayacağım bir mesleğim olacak” dedi ve gerçekten de Boğaziçi’nde kimya okudu.
ZEYNEP ÖZYAĞCILAR
YILDIZ KENTER’İN TORUNUYUM
* Anne-babanın izini takip ederken sen de Yıldız Kenter’e kadar uzanmışsın.
- Zeynep: Yıldız Hoca’nın son öğrencilerinden biri olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Onun terbiyesinden geçen insanların hayatlarında Yıldız Kenter’in önemi büyüktür. Zaten o da bana “torunum” der...
- Güzin: Ee sonuçta iki nesil elinden geçtik.
* Bugüne kadar pek çok başarılı işe imza atmanızda Yıldız Kenter’in size el vermiş olmasının etkisi büyük sanırım...
- Erdal: Çok kıymetli isimlerle çalıştık. Yıldız Hoca’dan da çok şey öğrendik. İçinde bulunduğumuz işlerin tutması hem tesadüfe hem de tecrübe ve bilgi birikimine bağlı. Her şeye “evet” demek yerine biraz “hayır” demesini de bilmek lazım.
* İşte tecrübe konuşuyor...
- Erdal: Ee bu saçları boşa ağartmadık (gülüyor)! Okumak çok önemli; hikaye, metin, roman... Ne bulursam okurum. Boş boş oturamadığım için de sürekli proje tasarlarım. Eğer setteysem 24 saat çalışabilirim. Bu yüzden millet bana “7/24 Erdal” der...
- Zeynep: Bu sezon babamla aynı tiyatroda çalışmaya başlayınca, 19 sene sonra sahneye ilk günkü aşkla çıktığına birebir şahit oldum. O kadar yıl aradan sonra yeni bir adamla tanıştım. Bakış açıma değer veriyor, provada ters giden bir şey olursa hemen not aldırıyor. Aşırı titiz... Bir de her oyun öncesi istisnasız dişini fırçalarmış. Bunu öğrenince çok şaşırmıştım.
* İşinizi çok seviyorsunuz ama başrol teklifi gelince yılların “Bizimkiler”inden şıp diye ayrılıvermiştiniz...
- Erdal: Bu saçma, çünkü ben zaten “Bizimkiler”de de başroldüm. Öğrenince sağ olsun yapımcımız Umur Bugay “Para sorun değil” dedi ama durum inan ki başkaydı. Sadece biraz kendi içime dönüp, yeni projelere vakit ayırmak istiyordum.
- Güzin: Dediğin doğru İzzet, hepimiz “Bizimkiler”deki rollerimizle benimsenmişiz. Bir gün Erdal’la Kuşadası’nda gezerken karşıdan gelen bir kadın grubu “Şükrü Bey yazıklar olsun, size hiç yakıştıramadık. Hem de komşunuz Serpil Hanım’la ha” diye bir güzel kalayı bastı (kahkahalar)!
* “Bizimkiler”in Şükrü’sü, “Şehnaz Tango”nun Muhsin’i olunca kimse sesini çıkarmadı ama...
- Erdal: Haklısın, çünkü her rolü gerçekçi oynamayı başardık. Şehnaz Tango zamanında Perran Kutman’la çok güzel üç sene geçirdik. Dizideki herkesle gerçek bir aile gibi olmuştuk. Bunun tek sebebi işimizi çok sevmemizdi.
UÇAK KORKUMU ANGRY BIRDS’LE TEDAVİ ETTİM
* Erdal Bey sizin için hosteslerin “Aman inşallah bizim uçağa binmez” dedikleri doğru mu?
- Zeynep: Vallaha doğru.
- Erdal: Niye öyle diyorsun kızım aaaa!
- Zeynep: Korkudan o kadar çok hareket ediyor ki, biz bile yanında oturmak istemiyoruz (kahkahalar).
* Gerçekten uçaktan bu kadar korkuyor musunuz?
- Erdal: Hem de nasıl! Ama Angry Birds ile tedavi oldum. Artık çok rahatım, çünkü uçağa biner binmez tabletimi açıp oynamaya başlıyorum. Hosteslere gelince, benim gözüm zaten hep onlarda!
- Güzin: Bir de açık açık söylüyor ayol (kahkahalar)!
- Erdal: (Gülüşmeler) Yanlış anlamayın, uçak türbülansa girince sakat bir durum var mı diye yüzlerine bakıyorum. Ama dediğim gibi bu “öfkeli kuşlar” beni kurtardı...
* Yalnız sizi değil, uçaktakileri de...
- Erdal: Hepimizi hepimizi! Ne yapalım bu kadar yıl her role büründüm. Bir tek Türk kuşu Vecihi olmayı başaramadım...
TİYATRO EŞİTTİR ÇALIŞMAK, ÇALIŞMAK, ÇALIŞMAK...
* Yeni nesilde de sizin gibi rolü yaşayan oyuncular yetiştiğini düşünüyor musunuz?
- Erdal: Yetişmez olur mu hem de sulak yerde yetişiyor (kahkahalar)! Bu yüzden dönüp bir arkalarına bakmaları lazım. Ben her zaman genç oyunculara şunu söylüyorum; tiyatro ve oyunculuk eşittir çalışmak, çalışmak, çalışmak... Her akşam iki saat ezberimi yaparım. Uyandığımda o gün çekeceğim 20 sahne her şeyiyle beynimdedir.
- Güzin: Bu gençlerin alması gereken büyük bir ders, çünkü bazı arkadaşlar senaryoyu dahi okumadan sete gelip, “Ne söyleyecektim, bu sahne neydi?” diye asistanlara soruyorlar...
* O eski disiplin yok artık herhalde...
- Erdal: Mustafa Alabora’yla beraber çalışırken, zor bir sahne olduğunda her şeyi iki gün dondururduk. İçki içmez, ona göre uyuyup ona göre kalkardık. Mesela dublaj günleri çok önemlidir. Dublaja gireceksem tertemiz giyinirim. Tabii ki sete de aynı şekilde giderim.
- Güzin: Erdal günde iki defa yıkanır. İnan ki hem su parasına yazık hem de saçlarına nazar değecek diye korkuyorum (kahkahalar).
* Yeni nesil de yıkanıp mı geliyor?
- Erdal: Yalan söylemeyeyim kimsenin koktuğunu duymadım şimdiye kadar (kahkahalar). Ama “Hangi sahne var bugün, ezberime bir bakayım” gibi laflar çok duydum. Duyunca da sinirden hemen karavana kaçıyorum.
- Zeynep: Ne kadar ayıp düşünsene o yaşta adam, her şeyini hazırlamış, ezberini yapmış gelmiş ama çocuğu yaşındakiler...
- Güzin: Bir dakika bir dakika, ne varmış kızım babanın yaşında, aslan gibi maşallah (gülüyor)!
- Erdal: Eskiden az ama öz oyuncular vardı. Biz çok kıymetli isimlerle çalışarak bu işi pekiştirdik. Mustafa’yla (Alabora) okurken, Aziz Nesin, Çetin Altan, Haldun Dormen, Erol Günaydın, Yaşar Kemal, Nejat Uygur gibi Türk Tiyatrosu’nda ne kadar önemli insan varsa bir araştırma için hepsiyle röportaj yapmıştık. Çetin Altan’ın evine gittiğimizde kapıyı çalmadan önce heyecandan kalp krizi geçirecek gibi olduğumuz an gözümün önünden hiç gitmiyor.
* O kadar büyük isimlerin karşısına çıkarken bir destur demek lazım tabii...
- Erdal: Her zaman saygımız da, terbiyemiz de, öğrenciliğimiz de baki! “Hababam Sınıfı”nı oynarken bir gün Ulvi Uraz “Oyundan iki saat önce gel, replik çalışacağız” demişti. Ertesi gün gittim, hangi replikten sonra ne kadar ara vereceğim, yeni repliğe kaç saniye sonra başlayacağım, yani işin matematiğini öğretti. O gün bugündür de aynı sistemle rolüme çalışırım.
Paylaş