Paylaş
Bu Meclis'te, filozof nitelikte iki üstat var: - ANAP'lı Yılmaz Karakoyunlu ile DSP'li Prof. Dr. Cengiz Güleç.
İkisi de derya deniz, birer bilge kişi!
Nedense, toplumsal yanlışlarımızı bir türlü aşamıyoruz. Siyasetçilere bir türlü gönül penceresinden bakamıyoruz. Tanıyıp anlayamadan, öğrenip bilemeden siyasi kimliklerin dışındaki özelliklerini yok sayıyoruz.
Değişik ilgi alanı, zevkleri, ilginç hobileri olabileceğini unutuyoruz.
Oysa, bu insanların insani ve beşeri yönleri ile özel ilgi alanları ne kadar genişse, topluma katkıları da o denli fazladır. Olgun birinin siyasal sorumluluk yüklenmesi çok daha sağlıklı ve yararlı olmaz mı?
Olur ama, biz her olaya, 'televole anlayışı' ile yaklaşırsak olmaz!
Siyasetçiye, kamuoyu merakı yüzünden magazin gözlüğü ile de bakılabilir. Ama, çarpıtarak verilince hem zedeleyici, hem de yaralayıcı oluyor. Güleç ve Karakoyonlu, birkaç gün bu yüzden üzüldüler.
Karakoyunlu; iktisatçı, bankacı, planlamacı. Ama aynı zamanda tiyatro yazarı, şair, romancı, bestekár, köşe yazarı.
Prof. Güleç, 30 yıldır eğitim ve ruh sağlığı hizmeti veren psikiyatrist, felsefeci, sosyal antropolog, yazar, tarihe ve öz kültürüne çok meraklı bir halkbilimci. Ama, aylar önce de bana yakınmıştı:
‘‘Benim özelliklerim çok. Ama kamuoyu 'Türkücü Mebus' diye tanıdı.’’
Bu kez, Karakoyunlu'nun MHP'li Mehmet Gül'ün bir şiirini bestelemesinden sonra yaşadığı olaya üzüldü. Cengiz Güleç'in besteyi uduyla çaldığı haberi çıkmıştı. Oysa besteden haberi yoktu. Açıklaması yine de olgundu:
‘‘Ben ud çalamam. Yılmaz Bey karıştırmış, gazetelere böyle yansıdı.’’
Prof. Güleç, iyi saz çalar. Bunu da saklamaz. Ama ud ona yabancıydı.
İki ince ruhlu, gönül dostu insan arasında kırgınlık olur mu? Udu çalan milletvekilinin DSP'li Mustafa Düz olduğu anlaşıldı. Ve Meclis;n açıldığı gün Yılmaz Karakoyunlu'dan, Cengiz Güleç'e bir faks mesajı geldi:
‘‘Sayın Prof. Dr. Cengiz Güleç,
Muhterem Üstadım,
Bir sevimsiz hata ile sizi üzdüğümü anlıyorum. Bu durumdan çok rahatsızım. Ancak hiçbir art niyet olmayışı yüreğimin sularını serpiyor; gönlümün serinlediğini fark ediyorum.
Dostluğumuz her safhada ve her noktada benim için fevkalade önemlidir ve vazgeçilemez. Bu yanlışlığın telafisinin güç olduğunu da hissediyorum.
Bir Mevlevi Torun'dan bir Muhterem Dede'ye bir küçük armağan takdim ediyorum. Kabul ederseniz sevinirim.
Dün gece size ithaf etmek üzere, ‘Semah İçin Bir Nihavend Nefes' besteledim. Eminim bu nefesi üstadı olduğunuz bağlama ile çalabilirsiniz.
Bu vesile ile saygılarımı yineliyorum.’’
Mesajın ekinde, notalarıyla beste vardı.. Pir Sultan Abdal’ın bir şiiri, Bektaşi nefesi olarak notalara dökülmüştü:
‘‘Arzulayıp sana geldim/ Hünkar Hacı Bektaş Veli/ Dergáhına yüzüm sürdüm/ Hünkar Hacı Bektaş Veli... Pir elinden dolu içdim/ Doğdum dergáhına düştüm/ Ak cenneti gördüm geçtim/ Hünkar Hacı Bektaş Veli...’’
Bu sevgi ve dostluğa ne denir?
Ancak, ayağa kalkıp şapka çıkarılır.
Güleç'e, ‘‘Bunu yazabilir miyim?’’ diye sordum. Biraz durdu... Çok ince bir üslupla, Karakoyunlu'dan 'izin' alınması gerektiğini vurguladı.
Karakoyunlu'yu aradım. İzin istedim, çok sevindi:
‘‘Ben dostuma, çok kıymetli bir ney hediye ettim. Elbette yaz!’’
İşte, iki dostun gönül penceresinden, size bir 'bal çiçeği' öyküsü...
Paylaş