Paylaş
Ama bu hatırlatmaya, yani kendimizden başka kimsenin yaşamadığı bir ‘Türkiye gezegeni’nde değil, başka milletlerle paylaştığımız bir gezegende yaşadığımız gerçeğini hatırlamaya ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye, beğenelim beğenmeyelim, Avrupa Birliği isimli siyasi/ekonomik birlikle tam üyelik müzakeresi yürüten ve aynı zamanda kendine ‘demokrasi’ diyen ülkelerin hukuk sistemlerini birbirine benzetmeyi amaçlayan Avrupa Konseyi sistemi içinde bir ülke.Eğer Avrupa Konseyi’nin kural ve standartlarının dışına çıkışımızı kalıcılaştıracak olursak, sadece AK’den değil Avrupa Birliği’nden de dışlanacağımız kesin. Hoş AB bizi zaten içine almıyor ama yine de, onun çevresinde olmak, o örgütle gümrük birliği ilişkisinde olmak bile ülke refahına inanılmaz katkıda bulunuyor. Sistemin dışına çıktığımızda uğrayacağımız kayıp hayal edilemez boyutta.
İKİ KALEMDE 40 MİLYAR DOLAR EKSİK GELİR
Bir basit örnek: Etrafımızda savaş var, Türkiye’de terör arttı, Rusya ile siyasi sorunlar yaşadık, imajımız bozuldu ve turizm sektöründe ciddi kayba uğradık. Türkiye 2014’te 34 milyar dolar, 2015’te ise 31.5 milyar dolar turizm geliri elde etmişti; 2016 beklentimiz 20 milyar doların altında bir miktar olacak. Tek bir sektörün kaybı 15 milyar dolara yakın anlayacağınız.
Türkiye’nin ihracatında da durum farklı değil. 2014’te 157 milyar dolar olan ihracat, 2015’te 143 milyar dolara düştü; bu yılı yine düşüşle ve iyimser ihtimalle 130 milyar doların biraz üzerinde bir rakamla kapatacağız.
Türkiye’nin iki temel dış gelir kaynağında iki yıl önceye göre kaybımız 40 milyar doları aşıyor. Az para değil. Ve bu eksilen para bizim refahımızdan eksiliyor sonuçta. Nitekim dolar bazında hesapladığınızda kişi başına düşen gelirimiz artık 11 bin dolar sınırında değil 9 bin doların biraz üzerinde sadece.
DEMOKRASİ GERİLEYİNCE REFAH DÜŞÜYOR
Refahımızdan bu kayıpları yaşıyor olmamızla demokratik standartlarımızda yaşanan kayıplar arasında bir ilişki olmadığını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. (Demokratik standartların gerilemesiyle Avrupa Birliği/Avrupa Konseyi standartlarından uzaklaşma ülkemiz bakımından eşanlamlı kullanılabilir kavramlar.)
2013 Türkiye’si ile 2016 Türkiye’si arasında çok temel bazı farklar var. Bu farkların başında, ülkemizin demokratikleşme ve iç barış perspektifini kaybetmesi geliyor.
Bir hatırlayın; 2013 yılının nisan-mayıs aylarında demokratikleşme adımları ‘Yargı reformu paketleri’ adı altında Meclis’e geliyordu. O aylarda Terörle Mücadele Kanunu’nu tamamen yürürlükten kaldırmayı, ‘terörist’ tanımını ‘Silahlı eyleme katılan veya eylem kararının alınmasında rol oynayan’ diye değiştirmeyi tartışıyorduk; hem de Türkiye’nin Adalet Bakanı’nın katılımıyla.
KANITLA DEĞİL KANAATLE YARGILAMA
Bir de bugünkü gündemimize bakın: Savcıların, hatta onları bırakın gazetecilerin veya siyasetçilerin bazı kişi ve kurumlar hakkındaki kanaatleri (kanıtları değil) bile o kişi veya kurumların kendilerini gözaltında bulmasına, hatta tutuklanmasına yetiyor; memuriyetten ve akademyadan atılmak için hakkınızda kötü kanaatlerin olması yeterli görülüyor. Hukuk uygulamasındaki bu büyük gerileme, yargının oluşturulan kamuoyunun da desteğiyle siyasi yargılamalara başlaması sanıyor muyuz ki sonsuza kadar geçerli kalacak?
SÜRDÜRÜLEMEZ UYGULAMALAR FAKİRLİK GETİRİR
Türkiye, Avrupa Konseyi sisteminden kopmayı, Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini kopartmayı göze almadan bu uygulamaları ilanihaye sürdüremez. Yarın sabah bu uygulamaların tamamından vazgeçilse ve 2013’ün bugün için cennet gibi gözüken ama aslında yetersiz şartlarına geri dönülse bile açılan hasar öyle büyük ki, AB ve AK ile bir kriz yaşanması kaçınılmaz.
Kısacası şu: Türkiye kendi başına bir gezegen değil; başka ülkelerle ve aslında bizim de hedefimiz olan standartları sağlamaya çalışan çeşitli ulus ötesi kurumlarla aynı dünyada yaşıyoruz. O standartlardan kopmak, refahımızın ciddi biçimde gerilemesini göze almadan mümkün olamaz.
Sürdürülemezliği görünen uygulamalardan ne kadar çabuk vazgeçersek, refahımızı o kadar az kaybederiz.
Paylaş