Paylaş
Bugünlerde Dersim katliamı konuşuluyor, Gülsüm Bilgehan, Milliyet’ten Serpil Çevikcan’a dedesini savunma gereği duymuş, ‘İsmet Paşa o sırada görevde değildi’ diyor.
Bunu diyor ama orada da durmuyor. Konu bir biçimde dün arkasındaki mantığı yazmaya çalıştığım ‘Dersim’in kayıp kızları’ meselesine geliyor.
* * *
Bakın Gülsüm Bilgehan ne diyor:
“Bu sorunun çözülme yöntemi bugünkü insan haklarına uymuyor ama o dönemde başka çare yokmuş zaten. Bence sonuca bakmak lazım. Sonuçta bugün Tunceli bölgesi en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden söz ediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlar var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı.”
Bu cümlelerde ifade edilen bakış açısını paylaşan çok ama çok sayıda insan dolaşıyor aramızda. ‘Ne var insanları katledip kızlarını ellerinden aldıysak, bakın şimdi hepsi modern oldu’ diye özetlenebilecek bu bakış açısı maalesef çok yaygın.
Taa o zaman, dönemin İçişleri Bakanı Faik Öztrak da söylemişti, Dersim’de bugün ‘katliam’ olarak adlandırdığımız askeri operasyonun bir ‘tedip’ yani zorla terbiye etme operasyonu olduğunu.
Tarih, kendince ‘geri’ bulduğu halkları, toplulukları ‘ilerletmek’ ve ‘terbiye etmek’ için olmadık vahşi yöntemlere başvuran onlarca, yüzlerce örneği içeriyor.
Bu bakımdan, bizim devletimizin ‘Afrikayı hristiyan yapmaya’ giden Dr. David Livingstone ve Anglikan kilisesiyle Birleşik Krallık ordularından, ‘Doğu Hristiyanlarını gerçek dine döndüreceğiz’ diyerek Anadoluya yağmur gibi yağan ve Ermeni bölgelerine okullar açan Amerikalı misyonerlerden veya Amerikan yerlilerini ‘uygar’laştırmak için onları neredeyse bir soykırımdan geçiren Amerikalı generallerden çok farkı yok.
Dilimin ucuna kadar gelen kelimeyi kullanmak istemiyorum ama bu işlere kalkışanların hepsi yaptıklarını ‘yüce’ amaçlarmış gibi takdim etmeyi başarmışlardır. İşte en son Amerika’nın Irak’ı ‘uygarlaştırması’ hepimizin aklında.
* * *
Dediğim gibi her zaman amaçlar yüce. E bakın Gülsüm Bilgehan’a, ‘sonuç da başarılı’.
Ama unutmayın, Dersim katliamının sadece ‘tedip’ boyutu yok, işin bir de ‘tenkil’ yani ‘Başkalarına örnek olacak şekilde cezalandırma’ boyutu var.
1936’dan 38’e Dersim’deki ‘cezalandırma’ o kadar etkili oldu ki, ülkemizde uzunca bir süre Kürtler yeniden isyana yeltenmedi, yeltenemedi.
Ama sonuca bakın: Ne değişti, 30 yılı aşkın süredir yine bir ‘isyan’ ile uğraşmıyor muyuz?
Üstelik, 90’lı yıllarda köy boşaltmalardan faili meçhullere kadar ‘tenkil’ işleri de yaptığımız halde, son isyanı bitirebildik mi?
Elinizi vicdanınıza koyup bakın, Kürtler hakkında kullandığımız dilde 1938’den bugüne değişen nedir?
Belgesel yasaklayan hükümetin Dersim özrü kabul olunur mu?
RADİKAL’den Pınar Öğünç benden önce davranmış, AK Parti hükümetinin Kültür Turizm Bakanlığı’nın gösterilmesine izin vermediği ‘Dersim 38’ belgeselinin öyküsünü yazmış.
Halen, belgeselin yapımcı yönetmeni Çayan Demirel’in Kültür Bakanlığı’na karşı hukuk mücadelesi devam ediyor. Bu arada Türkiye’de gösterilemese de belgesel dünyanın dört bir yanında gösteriliyor, ödüller alıyor, ilgi çekiyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dersim için özür dilerken keşke Kültür Bakanlığı da bu belgeselle ilgili inadından vazgeçip ona bir ‘Eser işletme belgesi’ verseydi.
Bir belgeselle ülkenin bölüneceğini düşünmeye devam ediyor ama Kültür Bakanlığı’mız.
Dersim: Herkesin bildiği sır
ASLINA bakacak olursanız ortada gizli kapaklı çok az şey var. Dersim’de olan biten her şeyin belgeleri de ortada. Başbakan bile kaç yıl önce yayınlanmış kitaptan alıntı yapıyor, belge açıklıyor.
Hakkındaki neredeyse bütün gerçekleri ortada olan Dersim katliamı neden bu kadar az konuşulur? Sebebi bizim inkarcılığımızda, kendimize yazdığımız yalan tarihe olan inancımızda saklı.
Yoksa her şey ortadayken Kültür Bakanlığı neden bir filmi yasaklasın? İnkar devam etsin diye, başka sebebi yok.
‘Asker baba, sen başımızdan ayrılma’
İSTANBUL Bilgi Üniversitesi, Ankara Bilkent Üniversitesi ve KONDA araştırma şirketinin işbirliğiyle yapılan ‘Türkiye’de Silahlı Kuvvetler ve Toplum’ isimli araştırmanın sonuçları dün basına anlatıldı.
Bilgi Üniversitesinden Yaprak Gürsoy ile Bilkent’ten Zeki Sarıgil tarafından yapılan, KONDA tarafından da saha uygulaması gerçekleştirilemn araştırmanın çok ilginç sonuçları var.
Bana ilginç gelen birkaç rakamı paylaşmak istiyorum.
Mesela, ‘Gerektiğinde ordu yönetime el koysun mu’ denmiş, deneklerin sadece yüzde 55.8’i ‘Hayır’ demiş, yarıya yakını askeri darbeye itiraz etmiyor.
Mesela, ‘Güvenlik dışı konularda da hükümet askere danışmalı’ cümlesini deneklerin sadece yüzde 29.9’u yanlış bulmuş, buna katılmadığını söylemiş. Geri kalanlar bu cümleye katılıyor.
Ama bir çelişki de var. ‘Her hal ve şartta Türkiye demokrasiyle yönetilmeli’ cümlesine de yüzde 89.4 katılıyor.
Yani hem demokrasi olsun hem her şeyi askere de soralım. Eğer askerin dediğini yapmazsak onun darbeyle yönetime gelmesi de doğal olsun.
Asker baba, bizim yanımızdan sakın ayrılma.
Maalesef durumumuz budur.
Paylaş