Paylaş
Geçen hafta dünya medyasına da yansıdı, kimyasal silahla öldürülen siviller, küçücük çocuklar... Bölgede görev yapan bağımsız örgütler (Sınır Tanımayan Doktorlar gibi örgütler) ölümlerin kimyasal silah kaynaklı olduğunu doğruladı.
Peki kimyasal silahı kim kullandı? Esas şüpheli kuşkusuz Suriye rejimi; çünkü ellerinde fazlasıyla kimyasal silah stoku bulunduğu biliniyor. Tabii, dünya kamuoyunu provoke etmek için kimyasal silahı muhaliflerin kullandığı iddiaları da mevcut.
Kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığını ve kullanıldıysa kim tarafından kullanıldığını saptamak için bölgeye bir Birleşmiş Milletler heyeti gitti. Heyet saldırılara uğradı. Henüz ortaya bir rapor çıkmadı, kesin kanı açıklayan bir raporun olup olmayacağı da belli değil.
Öte yandan Amerika ve İngiltere, şimdiden Suriye rejimine bir cezalandırma saldırısı yapmak için hazırlığa başladı. Özellikle dünkü The New York Times’da çıkan fazlasıyla ayrıntılı bir habere inanacak olursak, Amerikan ordusu şimdiden 50 civarında hedefi saptamış durumda. Cezalandırma saldırısının amacı ve hedefi Suriye’yi kimyasal silahları savaş araçlarıyla kullanamaz hale getirmek olacak; kimyasal silah depolarına ise saldırı olmayacak.
Yine The New York Times’ın haberinden öğreniyoruz ki Amerikan yönetimi bu ‘cezalandırma saldırısı’ ile Suriye’de rejim değişikliğini kolaylaştırmak istemiyor. Yani, savaşta dengeyi muhalifler lehine ve ciddi biçimde bozacak çapta bir saldırı yapmak istemiyor.
Eğer bu haber doğruysa (ki doğru olma olasılığı çok yüksek) Türkiye başta olmak üzere Suriye’de rejimin bir an önce devrilmesini isteyen ülkelerin bu durumdan hoşnut olmayacağı çok açık.
Şu sıralar Türkiye ile Amerika ve İngiltere arasında sürmekte olan telefon diplomasisinin neye yönelik olduğunu tahmin etmek de zor değil: Türkiye, Suriye ordusunu da büyük ölçüde etkisiz hale getirecek bir hava saldırısını tercih ediyor. Böylece muhaliflerin yeniden askeri üstünlüğü ele geçirmesi, hatta Esed rejimin devrilmesinin hızlanması umuluyor.
Amerikan tarafı ise bir ölçüde Irak’taki başarısızlıktan alınan derslerle hareket ediyor; Suriye’de hem yıkılan rejimin yerine neyin geleceği konusunda emin olmak istiyor hem de Suriye’de ordu ve devlet mekanizmasını tümüyle yok etmenin bu ülkeyi uzun yıllar sürecek bir kaosa sürüklemesinden, bölgedeki istikrarsızlığı iyice arttırmasından endişe ediyor.
Peki taa uzaktaki Amerika’nın taşıdığı bu endişeleri burnumuzun dibinde olan Suriye için bizim de taşıyor olmamız gerekmez mi?
Yani, Esed gittikten sonra yerine ne geleceğinden ne kadar eminiz? Baas rejimi sonrası Suriye’de temel devlet mekanizmasının ayakta kalıp kalmayacağını biliyor muyuz? Suriye’nin kendi iç istikrarı konusunda güvencelerimiz var mı?
Bu soruların varlığı elbette ahlaki yükümlülükleri, Suriye’de iki yıldır sürmekte olan sivil katliamının durdurulması gereğini ortadan kaldırmaz.
Mesele, taa ilk günden beri bu haklı ahlaki kaygılarla Suriye’nin gelecekteki istikrarı arasında bir güven dengesi kurmakta yatıyor ve anlaşılan Türkiye dahil uluslararası toplumun bütün büyük yatırımına rağmen Suriye Ulusal Konseyi adı verilen muhalif şemsiye henüz bu güveni vermiyor, veremiyor.
Geçen yıl bu vakitler, Suriye havasahasının uçuşa yasak bölge olması dahil pek çok şey konuşuluyordu; hiçbiri olmadı. Geçen yıl bu vakitler, zaman Suriye Ulusal Konseyi lehine geçiyor gibi gözüküyordu. Ama bu yılın yaz sonuna geldiğimizde Suriye’de rejim ve ordusu ciddi zemin kazanmış durumda; zaman da Suriye Ulusal Konseyi’nin aleyhine işliyor.
Ankara’nın sabırsızlığına bu açıdan bakmak gerek. Çünkü zaman Türkiye’nin de aleyhine işliyor.
Paylaş