Paylaş
Şimdi bizde de bir benzeri kurulmakta olan ‘enstitü’ aslında sağlık bilimleri alanında araştırmacıları destekleyen ve yönlendiren bir kurum.
Kurum, 2007 yılında, o güne kadar insan sağlığı konusunda üzerinde pek az araştırma yapılmış olan bir konuyu gündemine aldı ve beş yıl boyunca ‘mikrobiyom’la ilgili yapılacak araştırmalara toplamda 500 milyon dolar dağıtacağını duyurdu.
Kanser veya ilaç araştırmaları söz konusu olduğunda 5 yılda 500 milyon dolar oldukça mütevazı bir fon. Tabii Amerika için.
Yine de dünyanın pek çok yerinden ve Amerika’dan onlarca araştırmacı bu fondan yararlanmak için başvurdu.
Önce izninizle ‘mikrobiyom’u anlatmaya çalışayım: Bizler vücudumuzda kendi hücrelerimizin sayısından çok daha fazla sayıda mikrop ve bakteriyi barındırıyoruz. Bunlar cildimizde ve ağızdan başlayıp bütün sindirim sistemimiz boyunca yaşıyorlar.
Bu mikrop ve bakteriler birer parazit değil. Bir biçimde biz onlarla birlikte yaşıyoruz, onlar bizim hayatta kalmamıza yardımcı oluyor, biz onların. O bakımdan insan aslında bir çeşit ‘süperorganizma’.
NIH bu bakteri ve mikropların vücuttaki fonksiyonlarının daha iyi anlaşılmasını istiyordu. Aktardığı fon sayesinde o 5 yıllık sürenin bitiminden itibaren yağmur gibi makaleler ve araştırma sonuçları yağıyor tıp dünyasına. Bu sonuçlar sağlık bilimlerinde alışıldık pek çok teoriyi baştan sona gözden geçirmemize sebep olacak gibi duruyor.
Bir örnek vaka yıllar öncesinden. Fransa’da 230 kilo ağırlığında, kan değerleri felaket gösteren, artık iç organları çökmekte olan bir adam ameliyata alındı. Mide kelepçesi ameliyatı öncesinde adamın kanı alındı, şekerine, kolesterol başta olmak üzere kan yağlarına bakıldı. Ameliyatın ardından doktorlar hasta daha tam olarak uyanmamışken yeniden kan aldılar. Ameliyat öncesi ile sonrasının kan değerleri arasında inanılmaz farklar vardı. Hasta daha kilo vermediği halde kan şekeri neredeyse normale dönmüş, kan yağlarının seviyesinde de ciddi düşmeler görülmüştü.
Neden sonra bunun sebebi anlaşıldı: Hastanın midesinin kelepçelenen, yani vücudun geri kalanından izole olan bölgede hapis kalan bir bakteriydi kan değerlerini bozan, büyük olasılıkla obeziteye yol açan.
Son örnek, 32 yaşında bir kadın. Bu kadın, ‘Clostridium difficile’ adlı bakteriden çekiyordu. Bu bakteri, bir sürü can sıkıcı, hatta hayatı tehdit edici şeylere yol açabiliyor. İshalden mide kramplarına ve kanlı ishale kadar.
Kadın bu enfeksiyonu için hiçbir klasik tedaviye cevap vermeyince, son yıllarda giderek yaygınlaşmakta olan ‘dışkı nakli’ tedavisine bir şans vermek istedi.
Dışkı nakli deyince hemen mideniz bulanmasın. Evet, sağlıklı sindirim sistemine sahip insanlardan dışkı alınıyor, bu sterilize ediliyor, içindeki faydalı bakteriler ayırılıyor ve onlar başka birine çeşitli yollarla naklediliyor. (Kolonoskopi veya endoskopi yoluyla da, ağızdan alınan hap şeklinde de uygulamalar var.)
Kadına da kendi kızından dışkı nakli gerçekleşti. Ve kadın iyileşti ama başka ilginç şeyler olmaya başladı.
32 yaşındaki kadın nakil öncesinde normal kilodaydı ve Vücut Kitle Endeksi (VKE) sağlıklı 26 seviyesindeydi. Dışkı alınan kızı ise kiloluydu. Anne, nakil sonrası hızla kilo almaya başladı ve bugün obeziteye doğru ilerliyor.
İşte bu sonucu gören doktorlar, doğal olarak dışkı nakli sırasında gelen fonksiyonunu yitirmiş veya bozulmuş bakterilerden şüphelendiler. (http://ofid.oxfordjournals.org/content/2/1/ofv004.full)
Obezite tedavisinde yepyeni bir kapı açılmış olabilir.
Mikroplarımız kadar sağlıklıyız...
BUGÜNE kadar insan mikrobiyomu ile kalp damar hastalıkları, karaciğer ve böbrek hastalıkları, obezite ve son olarak bazı duygu durum bozuklukları arasında ilişki kuran araştırmalar yayınlandı.
Bütün bunlara bakan doktorlar, ‘Mikroplarımız kadar sağlıklıyız’ diyorlar. Tabii bilmeden bu ‘dost mikrop’ları çok kez rahatsız ediyoruz, kendimizi düzeltelim derken onlarda kalıcı hasara neden olabilecek pek çok kötülük yapabiliyoruz.
Şimdi bu perde yavaş yavaş kalkıyor.
Paylaş