Paylaş
Soruşturmalardan birincisi, elbette savcılık soruşturması olurdu. Vatandaşların nasıl ve hangi yolla öldüğü belli; onları bombalayan uçakların Türk Hava Kuvvetleri uçakları olduğu belli; bir basit soruşturmayla o uçakları kullanan pilotları saptamak mümkün. Sonra pilotlara kalk emri veren, ‘Bombaları at’ emri veren otoriteyi saptamak da kolay.
İkinci soruşturma idari soruşturma olurdu. İdare, kendi davranışlarıyla ilgili araştırma ve soruşturma yaparken temelde iki amacı hedefler. Bunlardan birincisi, hukuk ihlallerini ortaya çıkarmaktır; ikincisi ise o olayda idarenin işleyişinde bir hata olup olmadığına bakıp, eğer hata bulunursa aynı hatanın tekrarlanmaması için öneriler geliştirmektir.
Bu olayda devlet eliyle kullanılan silahlar yüzünden insan öldüğü hatırlandığında, idari soruşturmanın iki yönlü bir hukuki araştırmayı içermesi beklenir. Birincisi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin silah kullanma yetkisinin hukukiliği yönünden; ikincisi, silah kullanma kararına giden yolda elde edilen bilgilerin değerlendirilmesinin hatalardan arındırılması yönünden.
Hem savcılık hem de idarenin yürüteceği araştırma ve soruşturmaların hızla yapılıp sonuçlarının kamuoyuna duyurulması gerekirdi. Ama bakın gerçekte ne oldu:
1. Savcılık, kendi soruşturmasını olayın üzerinden bir yıldan fazla zaman geçtikten sonra Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na devretti; bugün hala bu konuda bir iddianame yok ve bir yargılama başlamış değil.
2. İdari bir soruşturma açıldığı söylenmişti ama böyle bir soruşturma gerçekten yapıldıysa bile sonuçlarını bilmiyoruz; bırakın bu olayda ölenler yüzünden birilerinin suçlanmış olma olasılığını, idarenin bir daha aynı çeşit hatayı yapmamak için kendi kendine bir önlem alıp almadığını bile bilmiyoruz.
***
Uludere örneğini bu konudaki en çarpıcı örnek olduğu için söylüyorum.
Bu ülkede devlet eliyle öldürülürseniz, bilin ki devlet bu cinayeti örtbas etmek, onu yapamıyorsa yargılamayı geciktirmek ve ölüme sebebiyet veren ‘hizmetkarı’nı hapisten kurtarmak için elinden geleni yapar. Böyle 100 vakanın belki 98’inde devlet ölümün sorumlusunu hesap vermekten kurtarır.
Şimdi Uludere’de gözümüzün önünde olanın aynısını Gezi olayları sırasında hayatını kaybedenler için de görüyoruz.
Ankara’da Ethem Sarısülük’ün kimin tabancasından çıkan kurşunla öldüğünü hepimiz biliyoruz ama o polis memurunun önce hiç yargılanmaması, illa yargılanacaksa da adil olmayan biçimde yargılanması için her şey hepimizin gözü önünde yapılıyor.
Eskişehir’de Ali İsmail’i sokak ortasında döverek öldürenlerin teki bile ortaya çıkmış değil. Öteki ölüler de ‘faili meçhul’e doğru gidiyor.
Her fırsatta Yunus Emre’nin ‘Yaradılanı yaradandan ötürü severiz’ cümlesini söyleyenlerin devri iktidarında insan hayatına önem verileceğini bekler insan değil mi?
Hadi savcılıklara sözünüzün geçmediğini bir an için kabul edelim; peki idari soruşturmalar yapmak, bu soruşturmaları insan hayatının önemli olduğu ana fikri üzerine bina etmek çok mu zor?
‘Çözüm süreci’ne ne oldu?
Gördüğüm kadarıyla hala PKK’nın yüzde ne kadarının çekildiğini boş boş tartışmaya devam ediyoruz.
Bir yandan, ‘Ama PKK silahlı birimlerini çektiği alanlarda totaliter bir yönetim oluşturuyor’ diye endişeleniyoruz.
Ve ‘çözüm’ün gerçek anahtarı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne yüzde 100 uyum konusunda adım atmamaya devam ediyoruz; ‘İleride ben şu adımları atacağım’ demekten bile geri duruyoruz.
Galiba bizim yapmayı en iyi becerdiğimiz şeylerin başında meseleleri zamana yaymak ve bu yolla ‘sündürmek’ geliyor.
Paylaş