Paylaş
2012-13’te, yani geçen öğrenim yılında Türkiye’de 5 milyon 593 bin 910 ilkokul öğrencisi vardı. Bunların 167 bin 381’i özel okullarda, geri kalanı ise devlet okullarındaydı.
Yine 2012-13 öğrenim yılında Türkiye’de 5 milyon 566 bin 986 ortaokul öğrencisi (5, 6, 7 ve 8. sınıf) vardı. Bunların 164 bin 294’ü özel okullardaydı.
Ve son olarak 2012-13’te Türkiye’de 4 milyon 995 bin 623 lise öğrencisi vardı. Bunların 138 bin 831’i özel okullarda, 2 milyon 269 bin 651’i ise mesleki ve teknik okullarda okuyordu. (Meslek lisesinde okuyanların 17 bin 854’ü özel meslek lisesinde.)
Özel okulların da aralarında ciddi seviye farkları var; hepsi devletin en iyi okullarından daha iyi değil ama yine de Türkiye’de daha hayata başlamadan eşitsizlik ve ayrışma burada başlıyor: Özel okula gidebilecek kadar şanslı olanlar, hayata birkaç adım önde başlıyor. (Lise öğrencilerinin yüzde 2.8’i özel liseye gidiyor.)
Eğitim sistemimizin yarattığı yegane eşitsizlik özel okul-devlet okulu ayrımında yatmıyor. Büyük kalabalık devlet okullarında olduğu için esas can yakıcı eşitsizlik de orada.
İlkokulda, ortaokulda bu eşitsizliğin varlığını herkes biliyor ama fazla hissedilmiyor. Ama ne zaman ki çocuklar liseye gitme yaşına geliyor, eşitsizliğin baskısı da başlıyor. Çünkü devlet liseleri arasındaki seviye farkını liseye geçişte uygulanan sınav sayesinde biliyoruz; fazlasıyla hissediyoruz.
Eğitim sistemimizin en büyük derdi sınavmış gibi davranıyoruz. Yıllardır liseye geçişte uygulanacak sınavla ilgili şikayetleri okuyoruz, yazıp çiziyoruz, 11 yıldır iktidarda olan Ak Parti hükümeti de sürekli bu sınav sisteminde değişikliklere gidiyor; daha iyi yapayım derken her seferinde geçmişi arar oluyoruz.
Oysa eğitim sistemimizin en büyük derdi sınav değil. Sınavla ilgili şikayetler esasında hastalığın semptomları, hastalığın esas nedeni değil.
Hastalık, okullarımızın yarattığı eşitsizlik. Okullarımızın arasındaki eşitsizlik.
Bu eşitsizliğin nasıl bir şey olduğunu ve liselerimizin çoğunlukla aslında ne kadar zayıf öğrenciler yetiştirdiğini, öğrencilerin küçük bir azınlığının gerçekte mezun olmayı hak edecek eğitim aldığını her yıl bu köşede üniversite sınav sonuçlarını değerlendirirken yazıyorum.
Tedavi etmemiz gereken esas şey budur: İlkokul, ortaokul ve lisedeki eğitimin kalitesini bugün olduğu yerin çok daha üstüne çekmek ve bu arada eşitsizlikleri gidermek, okulların mezun ettiği öğrencileri seviye olarak birbirine yaklaştırmak.
Bizde Milli Eğitim Bakanlığı maalesef esas olarak bina yapma ve öğretmen işe alıp onları bir yerlere atama bakanlığı.
Oysa bakanlık gerçekten eğitimin kendisiyle ilgilenmeli artık.
Eğitimi tek merkezden ne kadar yönetebilirsiniz?
TÜRKİYE yıllar önce bu reformun kıyısına kadar gelmişken geri döndü; Ak Parti de kendi tasarısını unuttu gitti.
Oysa, MEB’e bağlı tüm okul binaları ve öğretmenlerini (bütün özlük haklarıyla birlikte) yerel yönetimlere devretmek çok iyi bir fikirdi. İl veya ilçede yeni okul ihtiyacı belirdiğinde binayı belediye yapacak, işe yeni öğretmeni yine belediye alacaktı.
Milli Eğitim Bakanlığı ise belki 700-800 kişilik bir merkez ve taşra teşkilatıyla eğitimin kalitesine, içeriğine, planlanmasına ve yerelde verilen eğitimin standartlara uygun olup olmadığının denetlenmesine yoğunlaşacaktı.
Eğitimi yönetilebilir hale getirmeden eğitimin kalitesini arttırmayı ve öğretmenleri yeniden eğitip okullar arasındaki farkları azaltmaya çalışmayı başaramayız. Türkiye’yi bireyleri arasında sosyal uçurumların azaldığı bir ülke yapmak istiyorsak, işe eğitimin eşitsizlik yaratan yapısını düzelterek başlamalıyız.
Paylaş