Paylaş
Bizim kafamız, gençliğimizde Marks’dan sınıf analizini, üretim ilişkilerinin belirleyiciliğini vs öğrenmiş olsak da, ‘altyapı’dan ziyade ‘üstyapı’ya çalışır.
O yüzden, son ayaklanmaları da siyasetle izah edip yetinme eğilimindeyiz. Hatta o kadar ki, izahını uluslararası komploya, adıyla söyleyelim ABD’ye bağlayanlar da var ama isterseniz biz oralara gitmeyelim.
Elbette bu ülkelerdeki tiran rejimler özgürlükleri kıstığı için olayların ardındaki başlıca itici güç. Ama, yine Türk usulü Marksist terminolojiyle soralım: Başat sebep bu mudur?
* * *
Dünyanın sağında solunda ve bu arada Türkiye’de de, ulusal sınırları aşıp yayılma eğilimi gösteren son isyan dalgasını izah için aklı başında çaba gösterenler de var.
Sayılanlar arasında ‘Neden şimdi oldu?’ sorusuna cevaben bana en ikna edici gelen izah, gıda fiyatlarındaki ani ve aşırı yükselme. Bu köşeyi izleyenler hatırlayacak, geçen yaz Rusya’da meydana gelen orman yangınlarının hububat fiyatlarındaki artışı tetiklediğini, bunun da Tunus başta olmak üzere gıda isyanlarını başlattığını yazdım.
Bu izahın yanına eklememiz gereken ikinci bir izah, bu ülkelerde yoğunlaşan genç nüfus. İsyan eden ülkelerde nüfusun çoğunluğunu 30 yaşın altındakiler oluşturuyor. Üstelik bu, daha önceki kuşaklara göre daha eğitimli, dünyayla daha bir entegre olma peşindeki nüfus.
Zaten bu ülkelerdeki isyanlarda twitter ve facebook gibi sosyal paylaşım
ağlarının birer haberleşme aracı olarak kullanılması bile bu görece iyi eğitimli genç nüfusa işaret ediyor.
Bir üçüncü izahı da ilk ikinin yanına eklemeliyiz: El Cezire faktörü.
Hepsi de Arapça konuşan bu ülkelerde günde 24 saat Arapça haber veren bir uluslararası kanalın varlığı, Tunus’taki isyanın kolayca diğer
ülkelere de sirayet etmesine, Tunus’ta isyancıların elde ettiği başarının başka ülkelerde de elde edilebilir olduğuna dair bir güven duygusu oluşmasına yardımcı oldu.
İşte bu üç temel faktör bir araya geldikten sonra, yılların tiranlıklarına isyanlar başladı.
Görece örgütsüz, lidersiz hatta siyasi hedefi belirsiz isyanlardı bunlar ama şimdilik Tunus ve Mısır’da başarılı oldular.
Hürriyet farkı
KİM akıl ettiyse kutlarım. Libya’dan canını kurtarıp kaçıp gelenleri önceki gece Marmaris’te karşılayanlar arasında başında Genel Yayın Yönetmenimiz Enis Berberoğlu’nun da bulunduğu bir ekiple Hürriyet Gazetesi de vardı. Bu gazetenin farkı işte bu.
‘Batı’nın ilmini fenini alalım yeter’ görüşünün çöküşü
MİLLİYET’te Taha Akyol iki gündür genç ve eğitimli nüfusun bu isyanlardaki rolünü irdeleyen yazılar yazıyor. Dün sabah yazısını okuyunca Taha Bey’i aradım, “2. Meşrutiyetin ardında da aynı faktör var” dedim.
Öyle ya, Abdülhamid, bu topraklarda gerçek anlamda eğitim hamlesini başlatan, okullaşmayı arttıran, Batılı eğitimi yaygınlaştıran isimdir. Abdülhamid’in açtığı okullardan mezun olanlar da önce 1908’de onu tahttan indiren 2. Meşrutiyet’in ilanını sağladılar, ardından da Kurtuluş Savaşı’nın yapılmasını ve Cumhuriyet’in ilanını mümkün kılan hareketi başlattılar.
Taha Bey güldü, “Haklısın” dedi ve ekledi: “Bizde İslamcıların ve muhafazakarların ‘Batının ilimini ve fennini alalım, kültürünü almayalım’ diye bir söylemi vardır, bu da çöktü. Çünkü ilim ve fen, yani eğitim gelince özgürlük talepleri, liberal demokrasi talepleri de geliyor.”
Ben de ona katıldım, hak verdim.
Refah arttıkça özgürlük talebi de artar
BENİM gençliğimin bir bölümünde Güney Kore kalkınması Türkiye’ye örnek gösterilirdi. Bir zamanlar ‘kurtarmak’ için savaşa gittiğimiz Güney Kore, zaman içinde bir ekonomik ‘mucize’ gerçekleştirmiş, refahta Türkiye’yi geride bırakmıştı.
Ama o Kore bu kalkınmasını demokrasi içinde değil bir diktatörlük altında başarmıştı.
Tabii, Kore’yi Türkiye’ye örnek gösterenlerin bir kısmı bize ‘demokrasinin de bir lüks olduğunu’ anlatmaya çalışıyordu aslında ya neyse, konumuz bu değil, hatta tam tersi.
Güney Kore kalkınması ister istemez refahı geniş kitlelere de yaydı ve o kitleler sonunda isyan ettiler, yıllar süren sokak gösterileri, polisle çatışmalar yaşandı bu barışçı ülkede. En sonunda diktatörlük yerini işleyen bir demokrasiye bıraktı, düne kadar inkar edilen sendikal haklar başta olmak üzere demokratik hakların hepsi gerçekleşti.
Güney Kore örneğini Türkiye’ye tercüme edecek olursak, bizde bir kişi diktatörlüğünden çok kısıtlı yarı demokratik bir sistem hakimdi, hala daha da hakim. Bizde de özellikle son on yılda ciddi refah artışı sağlandı. Ve bizdeki talep değişim yönünde, özgürlüklerin artması, hesap sorabilirliğin sağlanması yönünde.
Bu taleplere direnen kaybedecek, talepleri dinleyip yerine getirmeye çalışan ise kazanacak.
Paylaş