DEVLETLERİN yaşamlarında başarı kazanmak kadar onu perçinlemek ve geri dönülmez hale getirmek de önemlidir.
Devlet adamı her zaman birinci aşamadan sonra ikinci aşamayı da görebilmelidir. Türkiye'nin tarihinde bunun en güzel örneğini Atatürk'ün verdiğini hatırlamalıyız. Atatürk Yunanlılara karşı kazandığı zaferden hemen sonra bu zaferi uluslararası alanda tescil ettirmeye öncelik vermişti. Lozan'da bütün amaçlarına hemen varamayacağını görünce de ‘‘En iyi, iyinin düşmanıdır’’ şeklinde Talleyrand'ın tarif ettiği diplomasinin altın kuralını uygulayarak bir uzlaşmaya razı olmuş, Musul ve Hatay sorunlarının ertelenmesini ve beklentilerini tam karşılamayan bir Boğazlar Sözleşmesi'ni kabul etmişti. Şartlar müsait olmadığından Musul davasını kaybedince arkasına bakmamış, daha elverişli koşullar bulunca ilk önce Boğazlar meselesini halletmiş ve daha sonra Hatay sorununun çözümlenmesi için gerekli ortamı yaratmıştı.
Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu da 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları'nın müzakeresi sırasında Garanti Antlaşması'nda ısrar ederek uzak görüşlülükle hareket etmişlerdi. İkinci olası bir aşamayı öngörebilmişlerdi. 1963'te Kıbrıs Türklerine karşı Rum saldırıları başlayınca Türkiye'deki iç çalkantılar ve ordunun hazır olmaması yüzünden antlaşma uygulanamamış, fakat 1974'teki ENOSİS teşebbüsünden sonra yapılan başarılı müdahale ile Kıbrıs'ta Türkiye'nin ve Kıbrıs Türklerinin çok lehine bir fiili durum yaratılabilmiştir. Ne yazık ki o tarihte devleti yönetenler ikinci aşamayı unuttular, bir büyük askeri zaferi sıcağı sıcağına bir politik ve diplomatik başarıya çeviremediler. Oysa süratle bir çözüme vararak aynı anda Avrupa Birliği'ne üyelik sürecini başlatmak mümkündü. Biz zaferimizi değerlendiremezken gerçek bir devlet adamı olan Karamanlis Yunanistan'ın muazzam askeri hezimetini büyük bir diplomatik zafere dönüştürmekte gecikmedi ve ülkesine AB üyeliğinin yolunu açtı. 1999 Helsinki Zirvesi'nden sonra ise Ankara'daki inanılmaz vakit kaybı ve kavram kargaşası Güney Kıbrıs'ın tek başına AB'ye üye olmasını çok kolaylaştırdı. Hálá Kıbrıs sorunu AB kriterleri arasında değildir gibi semantik iddialarla oyalanıyoruz.
Güneydoğu'daki teröre karşı etkin mücadele ve terörün en şiddetli devrinde bile toplumsal gerginlik ve çatışma olmaması Türkiye için yine bir büyük başarıydı. Öcalan'ın yakalanması ve yargılanması toplumsal dayanışma ve beraber yaşama iradesini büsbütün kuvvetlendirdi. Artık daha çok bazı psikolojik ve sembolik davranışlarla Kürt meselesini geride bırakmak fırsatı doğdu. AB'nin bizden istediği de bundan ibaretti. İdam cezasının yasaklanması zaten daha önce de Türkiye'nin gündemindeydi. Konu sürüncemede bırakıldığı için sonunda müzminleşti. Anadilde yayın ve anadilin öğrenimi ile ilgili yasakların kaldırılması ise fiili durumda büyük bir değişiklik yapacak nitelikte sayılamaz. Bunların kabulünün getireceği risk, bunların reddinin yaratacağı burukluk ve düş kırıklığının oluşturabileceği riskten çok daha azdır. Uzlaşma ortamının zedelenmesi ancak şiddet taraftarlarının ve radikal uçların işine yarar. İşi sadece bir AB kriteri gibi algılamak yanlıştır.
AB üyeliğine gelince, Helsinki Zirvesi'nden sonra yaptığımız hatalar sayılmakla bitmez. Bütün aday ülkeler AB üyesi ülkelerin hükümetlerini, parlamentolarını, medyasını ve AB kurumlarını etkilemek için gece gündüz lobi yaparken biz adeta bir lakaytlik içinde gözüktük. Birçok üye devletle lüzumsuz sürtüşmelere giriştik. İnanılmaz vakit kaybettik. İş bununla da kalmadı. Hükümetimiz hiçbir zaman AB üyeliğinin Türkiye için ne demek olduğunu Türk kamuoyuna anlatmak zahmetine bile girişmedi, onu aydınlatmadı. 2001 yılındaki ekonomik çöküntü karşısında AB üyeliği yolunda ilerlemediğimiz takdirde hem ekonomik büyümenin ve hem de bunun sonucu olarak ülke güvenliğinin tehlikeye düşeceği gerçeğini hükümetin nihayet kavraması beklenirdi. O da olmadı. Bu yıl sonunda AB'den üyelik müzakereleri için tarih alınabileceği beklentisinin de hiçbir dayanağı yoktu. Buna rağmen sonu çok büyük bir ihtimalle hüsranla bitecek olan böyle bir hedefe kilitlendik.
İnsan yaşamında olduğu gibi, devletlerin yaşamında da kaybedilen zamanı telafi etmek çok zordur, hele geçmiş tecrübelerden bir türlü ders alınmazsa.