HRANT Dink’in katli azınlıklara karşı uygulanan ayrımcılığın çeşitli yönlerini bütün çıplaklığı ile milli gündemimize taşımıştır. Ben bugün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 9 Ocak tarihli kararı ışığında meseleyi vakıflar açısından biraz irdelemek istiyorum.
Mahkemenin kararı Rum Erkek Lisesi Vakfı tarafından Kasım 1996’da yapılan başvuruya ilişkindi. Bu vakıf 1952 ve 1958 yıllarında bağış veya satın alma yolu ile taşınmazlar edinmiş ve bunları tapuya kaydettirmişti.
O zaman bir problem olmamıştı. Fakat, 1992 yılında Hazine Beyoğlu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde Vakıf aleyhine dava açmış, Mahkeme, vakfın 1936 yılında verdiği vakıf beyannamesinde bağışlama ve satın alma yolu ile taşınmaz mal iktisap edileceğinin açıkça belirtilmemiş olduğu gerekçesiyle, taşınmazların, tapu kaydının iptal edilerek eski maliklerine iade edilmesine karar vermişti. Yargıtay da Aralık 1996’da Asliye Mahkemesi’nin kararını onaylamıştı.
* * *
AİHM, kararında, vakfın edindiği taşınmazların aradan 38 ve 44 yıl geçtikten sonra tapu kaydından silinmesini gayrimenkul edinme ve üzerinde tasarrufta bulunma hakkının ihlali olarak değerlendiriyor. Mahkeme, taşınmazların yasal olarak tapuya kaydedilmiş olmasını vakfın gayrimenkul edinme hakkının bir kanıtı olarak yorumluyor. "Türk olmayan vatandaşlar" ifadesi kullanarak açık ayrımcılık yapan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1974 tarihli kararının da hukukun üstünlüğü kuralının ihlali olduğunu saptıyor. Sonuç olarak, AİHM, el konulan malların Rum Lisesi Vakfı’na iadesine veya vakfa 890 bin Euro ödenmesine hükmediyor.
* * *
Bu karar son derece önemlidir. Çünkü benzer başvurular için bir emsal teşkil edecektir. Dikkati çeken bir nokta da AİHM’nin Lozan Antlaşması’na dayanmaya lüzum görmemiş olmasıdır. Lozan olsun veya olmasın mülkiyet hakkının gaspının hukuka aykırılığı konusunda tereddüt duyulamayacağı bu suretle iyice ortaya çıkmaktadır.
* * *
TBMM tarafından kabul edilen, fakat Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen Vakıflar Yasası, Hazine’nin açtığı davalarla gayrimenkulleri ellerinden alınan vakıfların vaktiyle vasiyet veya bağış yolu ile elde ettikleri taşınmazların onlara iadesini öngörüyor, ancak satın alma yoluyla elde edilen taşınmazları kapsamına almıyor. Diğer taraftan, yasa, vakıfların elinden alındıktan sonra üçüncü şahıslara satılan gayrimenkuller için tazminat ödenmesini de öngörmüyor. Yasa, bu haliyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM’nin içtihatları ile uyumlu olmaktan çok uzak.
Üstelik bu yetmiyormuş gibi, Cumhurbaşkanı yasayı azınlık mensuplarına çok hak verdiği gerekçesiyle veto etti. Cumhurbaşkanı, Lozan Antlaşması çerçevesinde mütekabiliyet kuralının uygulanmasına taraftar. Fakat, bu yaklaşımın geçerli olması imkansız. Mütekabiliyet ancak Rum azınlığı için uygulanabilir. Ermenistan’da Türk azınlığı olmadığına göre Ermeniler açısından mütekabiliyet sözkonusu olamaz. Rumlar yüzünden Ermenilerin haklarından mahrum bırakılması düşünülebilir mi?
Kaldı ki, AİHM meseleyi tamamen hukuki ve vatandaşların mülkiyet hakları açısından ele almış bulunuyor. Rum, Ermeni, Yahudi kim olursa olsun mülkiyet haklarının ihlal edilemeyeceği görüşünü benimsiyor. Doğrusu da bu değil mi?