AB-Türkiye-Kıbrıs denklemi

GEÇEN hafta Richard Holbrooke İstanbul'daydı. Koç Üniversitesi'nin diploma töreninde konuşmak üzere gelmişti.

Gerek bu konuşmasında gerek özel sohbetlerde söyledikleri üzerinde durmaya değer; çünkü Bosna'nın statüsünü saptayan anlaşmanın mimarı olarak tanınan Holbrooke, Türkiye-AB ilişkilerinde ve Kıbrıs'ta çözüm arayışlarında da oldukça önemli rol oynamış ünlü bir diplomattır. Bonn'da büyükelçi olduğu devirde Helmut Kohl'ü Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemeye ikna için uğraşmış, fakat başaramamış. 1997-98 yıllarında ise Başkan Clinton'ın Kıbrıs Özel Temsilciliği görevinde bulunmuş. O tarihlerde bir çözüme çok yaklaşıldığını fakat Cumhurbaşkanı Denktaş'ın bunu son dakikada engellediğini düşünüyor. Tabii bu kendi kanaati ve bildiğim kadarıyla haklı olduğu söylenemez. Fakat Başbakan Ecevit'in 1974'ten beri Kıbrıs konusundaki söyleminin hiç değişmediğini belirttiği zaman kendisine hak vermemek zor.

* * *

Holbrooke,
Amerikan diplomatlarının çoğu gibi Türkiye'ye sırf jeopolitik açıdan yaklaşıyor. Soğuk savaş sonrasında Türkiye'nin bir ‘‘ön cephe’’ ülkesi haline geldiğini, 11 Eylül'den sonra bu işlevinin daha da arttığını ve bu yüzden Türkiye AB'ye ne kadar muhtaçsa, AB'nin de aynı derecede Türkiye'ye muhtaç olduğunu vurguluyor. AB üyeliğinin Türkiye'nin istikbali için tek geçerli proje olduğunda ısrarlı. Aynı zamanda Kıbrıs sorununun AB üyeliği için kilit öğe oluşturduğuna inanıyor. Ona göre, Kıbrıs meselesi önümüzdeki aylarda çözüm yoluna girerse, diğer konulardaki güçlüklere rağmen, Türkiye müzakereler için AB'den tarih elde edebilir. Bu yaklaşımın geniş ölçüde AB tarafından da paylaşıldığı Brüksel'den gelen mesajlardan sezinleniyor. AB kuşkusuz Kopenhag siyasi kriterlerinden vazgeçmeyecek, fakat Kıbrıs'ta ilerleme olursa takvim konusunda daha esnek ve yapıcı bir tutum içine girebilecek.

Geçen cumartesi ‘‘Elveda Avrupa’’ başlıklı yazımda AB treninin artık kaçtığı sonucuna vardığımı ifade etmiştim. Bu inancım değişmedi, aksine hafta içindeki çalkantılardan sonra daha da kuvvetlendi. Ecevit kalsın veya gitsin, bugünkü hükümetten herhangi bir alanda olumlu icraat beklemek hayaldir. Ancak AB üyeliğini bir tarafa bıraksak bile, Kıbrıs sorununun çözümünü ihmal etmemek gerektiğine kaniyim. Nedenini izah edeyim:

* * *

Güney Kıbrıs 2002 yılı sonunda üyelik müzakerelerini sonuçlandıracak ve AB Konseyi üyeliğini karara bağlayacak. Avrupa Parlamentosu'nun ve üye ülkelerin parlamentolarının onay işlemleri 2004 yılına kadar sürecekse de bu alanda bir güçlük beklenemez. Dolayısıyla bu yılın sonunda, üyelik, Güney Kıbrıs'ın cebinde bulunacak. Bu aşamada iki taraf arasında müzakereler devam etse bile Türkiye'nin ve KKTC'nin şimdiki kozlarının önemli bir kısmını kaybedeceklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Büyük olasılıkla çözümsüzlük devam edecektir. Oysa çözülmemiş ihtilafların birdenbire ne kadar tehlikeli durumlara yol açabileceğinin somut örneklerini Filistin'de ve Keşmir'de görüyoruz. Kıbrıs'ta tırmanma aynı ölçüde olmazsa da Yunanistan gibi Türkiye de devamlı bir askeri konfrontasyon riskini hesaba katmak zorunluluğunda kalacak. Böyle devamlı bir konfrontasyon ortamının, ekonomisi neredeyse iflas noktasına gelmiş olan Türkiye için ne kadar ağır bir yük teşkil edeceği kimsenin gözünden kaçmamalıdır.

* * *

Diğer taraftan Güney Kıbrıs, AB üyesi olur olmaz Kıbrıslı Türklerin önemli bir kısmının AB'nin ayrıcalıklarından yararlanmak amacıyla Kıbrıs pasaportu almaları ve Kuzey Kıbrıs'ın nüfusunun küçülmesi beklenmelidir. Bazılarına göre bunun pek zararı olmaz, nasıl olsa Türkiye'den göçlerle toplam nüfusun azalması telafi edilebilir. Bu bir hal çaresi değildir; çünkü Kıbrıs Türklüğünden soyutlanmış bir Kıbrıs davası düşünülemez. Kaldı ki KKTC'nin sistematik bir şekilde Türkiyeli Türklerle iskán edilmesi birtakım hukuki sıkıntılara yol açar. 1994 Cenevre Sözleşmesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni kuran Roma Antlaşması bu bağlamda dikkatle incelenmelidir.

Evet, AB unutulsa bile Kıbrıs sorununu çözmeye çalışmakta sayılamayacak kadar milli yarar vardır. Biliyorum, Ankara tutumunu değiştirmeyecek; fakat bizim işimiz uyarmak değil mi?
Yazarın Tüm Yazıları