Paylaş
BENİM zamanımın idealist öğretmeni mütevazı yaşardı, fedakârdı. Zengin bir ülke olmayan Türkiye’nin bütün orta sınıf görevlileri gibi tasarruflu yaşamak, tüketmek durumundaydı ama okutmak istediği çocuklarını daha kolay okuturdu. Çünkü okullar devletindi, öğretmenler de tıpkı kendisi gibi görevini bilen, ölçülü insanlardı lakin ama asıl önemlisi öğretmen dediğin, toplumun politikacıları hatta münasebetsiz bazı kesimleri ve velileri tarafından aşağılanmaya çalışılan, akıl öğretilen, arsızca bir taleple karşılanan kimseler değildi. O zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenleri müsteşar Hikmet İlaydın gibilerinin makamında karşıladığını ve makamın kapısından uğurladığını herkes biliyor. Bu tavrın siyasal tutumla da alakası yoktu. Üniversiteye geçtiğim yıllarda ise öğretmenlerin Milli Eğitim Bakanlığı koridorlarında hademeler tarafından kovalandığını gördük.
ÖĞRETMENİN PROFİLİ
Darbeler sırasında yerli yersiz en çok suçlanan onlardı. 1944’lerden beri Türkiye’deki iktidarların hastalığı ilkokul öğretmeninden üniversite hocasına kadar aydınları birbiriyle tartışmaya değil itişmeye sevk edecek politikalardır. Bunun örnekleri çoktur. Köy Enstitüleri’ni kuran da kapatan da CHP’dir. Burada iki Milli Eğitim Bakanı’nın (Hasan Âli Yücel, Reşat Şemsettin Sirer) etrafındaki farklı gruplar da karşı karşıya getirilmiştir.
1970’lerde maalesef CHP iktidarı zamanında, dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın kolaycı politikalarıyla eğitim enstitüleri berbat haline getirildi. Enstitüler yok olmanın eşiğine sürüklendi ve zaten 1980’den sonra bu süreç tamamlandı. Eğitim fakülteleri, eğitim enstitülerinin yetiştirdiği öğretmenin ne olduğunu anlamış değildir ve o öğretmenlerin yetiştirdiği bizler bunu daha iyi görüyoruz. Türk öğretmeninin profili, eğitim enstitülerinin (Gazi, Çapa, Balıkesir, Buca vb) ortadan kalkmasıyla mahvolmuştur. Bugün memleket çocuğunu okutmak için Doğu Anadolu’nun dağ köylerine tırmanan öğretmenle özel okul ticareti yapan aynı camianın içindedir. En hazin olay da bizim zamanımızdaki özel eğitim veren kurumların ciddiyeti ve başındaki insanların pedagojik hassaslığının yok olmasıdır.
BİLGİYE SAYGI GÖSTERENLER
Bizi yetiştiren öğretmenler maaşının ötesinde hiçbir şeyi aramayan, zenginlere değil ancak kendinden daha bilgili insanlara saygı gösterenlerdi. Yetiştirdikleri çocukların da bilgili olmasına gayret ederlerdi. Ben annemden gramer öğrendim, başka dil öğrendim, tarih, coğrafya, dünya edebiyatı öğrendim ama Türkçemi öğretmenlerime borçluyum. Sevgili Ataol Behramoğlu Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “Öğretmenim” başlıklı bir yazısında ilkokuldan başlayarak kendisini etkileyen öğretmenleri sayıyor. Bunların birisi annem Şefika Ortaylı... Demek ki eski devrin öğretmenleri iyiydiler, hangi iklimden ve hangi eğitimden geldikleri hiç mühim değil. Bu ulusun eğitimcileri kadar enternasyonal bir ağacın parçalarıydılar. Bugün belki yine öyle ama bir yanıyla o ağacın da artık eskisine göre çürüdüğünü bilmemiz gerekiyor. Bunu gençliğin her yerdeki isyanından ve dağınıklığından anlıyoruz. Ne var ki bizim gibi ülkelerde kültürel birikim Batı Avrupa’ya göre daha geride. İmkânlar daha sınırlı ve biz öğretmene çok daha muhtacız. Okullarımızın hiçbirinde, hangi türden eğitim verirlerse versinler, söz verilen şema, vaat edilen program dahi yerine getirilemiyor. Öğretmenleri mali bakımdan desteklemek, meslek içi eğitime tabi tutmak ve Fransa örneğinde olduğu gibi bir imtihanla yerleştirmek hayal çünkü böyle bir imtihanla lise profesörü Jean-Paul Sartre, Albert Camus gibiler değil falan ya da filan fraksiyonun adamlarının kaydırılması çok daha olanaklı.
‘PARA VERİYORUZ’ ZİHNİYETİ
Bazı vilayet ve ilçelerde Milli Eğitim müdürlerinin eski Milli Eğitim müdürlerine benzemediği, daha çok Muhtesib Ağa gibi oldukları belli. Bazı yerlerde okul müdürü arkadaşlarının arasında yön veren, dertlerini ve yükünü paylaşan bir büyük olmaktan çok, ayrıca problem çıkaran yönetici pozisyonunda. Bütün bunların dışında en büyük dert kendini bilmeyen münasebetsiz veliler. Boş vakitlerini okul kapısında öğretmenlere ve müdürlere akıl vermekle geçiriyorlar. “Parayı biz veriyoruz” zihniyeti hâkim. Oysa parayı sadece onlar vermiyor, özel okullara devlet sübvansiyonu veriliyor. Affedersiniz ama okul bulamayan insanların bulunduğu bir memlekette belirli okullara bu sübvansiyon hangi eğitim ahlakına göre veriliyor.
O BİR HAFTALIK TATİL
Son uygulama olan bir haftalık ara tatilde bazı veliler “Evde çocuklarla uğraşamıyoruz” diyorlarmış. El insaf! Zaten siz uğraşasınız diye o bir haftalık tatil veriliyor. Üstelik bu sözü gerçekten uğraşamayacak durumdakiler mi söylüyor yoksa başlarının kalabalığı boşluktan gelenler mi?
Sevgili öğretmenler, değerli meslektaşlarım gelecek 24 Kasımlarda daha çok yüzümüzün gülmesini dilerim ama bu özlemin gerçekleşmesi her şeyden evvel bütün partilerin, bütün hükümetlerin, bütün velilerin, bütün belediyelerin bu konuda daha ciddi olmasıyla mümkündür.
DÜŞÜNME VAKTİ GELDİ GEÇİYOR
KÜÇÜK bir vilayette F.S. ve A.C. adlı işadamları herhalde bu kasabadaki “tarih dehalarından”(!) birilerinin kışkırtmasıyla etraftaki krater gölünün içinde Roma lejyonlarından birinin gömülü altınları olduğunu ileri sürerek devlete müracaat etmişler. Nikolay Gogol bu olayı duysa “Müfettiş”ten daha korkunç bir eser ortaya koyardı. Trabzon Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu ile Gümüşhane Valiliği de Turizm Müdürlüğü’nün etkisiyle bu parlak projeyi benimsemişler. Önce su hunharca boşaltılmış. Jeoloji mühendislerinin, coğrafyacıların hiçbir raporu ortada yok. Boşaltılan çukurun tekrar göl haline dönüşmesi için gereken su kaynaklarının mevcut olduğu bile bilinmiyor. Boşaltılan zemin kazılmaya başladıktan soran “Vay şimdi bu göl kurudu ne yapacağız?” demeye başlamışlar ve bazı insanlar sorgulara çekilmiş ve işten el çektirilmiş.
Şu manzara altın arayacağız diye her tarafı altüst eden zihniyeti çok açıkça ortaya koyuyor. Kazdağları ve Uşak’taki Murat Dağı’ndan sonra iş o raddeye gelmiş ki Gümüşhane’nin tepesindeki krater göllerine de el atılıyor.
Peki bizim ara sıra sözünü ettiğimiz, sağda solda yarı meczup hazine arayıcılarına ne diyeceğiz. Pekâlâ her sınıftan böyleleri de çıkabiliyor ve çok bilgili, uzman kurulları da ikna edebiliyorlar. Koruma kurulları üzerinde düşünme vakti çoktan geldi de geçiyor bile.
Paylaş