Paylaş
'Yavuz’culuğu her yerde kullanmaktan imtina etmeyen anlayış ve kültür çevreleri nedense bu 500. yılı pek çabuk geçiştirdiler. Akademik çevrelerden en hafif anlamıyla ciddi olan, yeni buluşlar ve tetkikler içeren bir sempozyum görmedik, “Çelebi böyle olur bizde Yavuz Selim olmak”. Büyük hükümdarın 500. ölüm yıldönümü sessiz sedasız geçti. Yavuz Sultan Selim’i kasaba mahallelerinde ucuz politika malzemesi olarak tartışmak dururken ciddiyet nemize gerek!
ÇÖLÜ AŞIP KAHİRE’YE GİRDİ
Yavuz Sultan Selim Han, şairdi, Farsçası mükemmeldi, Arapçası da öyleydi. Kırım Hanlığı bölgesini, Kafkasya ve Karadeniz’i onun kadar iyi bilen bir komutan yoktur. Sekiz yıllık saltanatın öncesinde 20 yılı aşkın bir süre valiliği (Trabzon sancak beyi), daha doğrusu komutanlığı vardır. Âdeta bağımsız hareket eden bir prensti. Kanuni’nin de kendisinin de talihini o tayin etmiştir. Onun tasavvuru sayesinde Muhteşem Süleyman’ın dikensiz bir yolu oldu. Yavuz’a “tiran” ve “müstebit” gibi lafları yalnızca cahiller eder. 16. asırda tahta geçmenin yolu hem Doğu’da, hem de Batı’da onunkinden daha farklı yöntemlerle olmuyordu. Sina Çölü’nü, çöl tarafından geçip Kahire’ye giren o oldu. Bunun örneği de yoktur. Kendisinden sonraki örnek Birinci Cihan Harbi’ndeki Cemal Paşa hezimetidir. 1914 yılında Kanal Harekâtı’nda ordunun lojistiği hazindi ve askerimiz kum fırtınalarında telef oldu.
YENİ BİR KİTAP
Bu sıralarda Yale Üniversitesi tarih profesörlerinden Alan Mikhail, Yavuz Sultan Selim’in bir dünya cihangiri olduğunu ve tarihi değiştirdiğini ileri sürdü (Yavuz Sultan Selim’i anlattığı “God’s Shadow” kitabının yazarı). Yazarın 18. asır Mısır ekolojisi üzerine yazdığı kitap da ciddi bir eserdir (“Osman’ın Ağacı Altında - Osmanlı İmparatorluğu, Mısır ve Çevre Tarihi”, İş Kültür Yayınları). Her tarihçinin okumasını tavsiye etmişimdir. Yazık ki Anadolu üzerine böyle bir eser yok.
ELEŞTİRİ İNSAFLI DEĞİL
Bu profesörü eleştiride Amerikan usulü bir modelle karşı karşıyayız. Harvard Üniversitesi Türk araştırmaları profesörü Cemal Kafadar ile Chicago Üniversitesi’nden Cornell Fleischer meslektaşlarımız ortaklaşa bildiriyle Alan Mikhail’i yerden yere vuruyorlar (“How to Write Fake Global History”, Cyber Review of Modern Historiography). Bu makaledeki eleştirileri pek insaflı bulmadığımı söylemeliyim. Mikhail’in abartmaları ondan daha fazla abartılarak tenkit ediliyor. Bu gibi usullerin genç nesiller tarafından benimsenmemesi gerektiğini ve eski oryantalistiler döneminin tenkit ciddiyetine avdet edilmesini tavsiye ediyorum.
DENİZCİLİĞİ GELİŞTİRDİ
Alan Mikhail’in, Yavuz Sultan Selim’in deniz politikasını abarttığı açık. Fakat şurası bir gerçek: 1492’de Amerika’nın keşfinin 16. asrın hemen eşiğinde yeterince Osmanlı ülkesini etkilemesi beklenemezdi. Hint yoluna karadan inmeyi tercih ettik. Ama bir şey çok açık: Ciddi denizcilik tedbirleri ve haritacılık çalışmaları da Yavuz Sultan Selim devrinde artış kaydetmiştir. Muhteşem Süleyman bu alanda da akıllı bir babanın mirasını buldu.
Şu tuzağa düşmeyin: Yavuz’u ilahlaştırmayı ve Yavuz’u yerden yere vurmayı Türkiye’ye has bir kasaba politikası zannediyorduk. Maalesef ABD ve Avrupa’da kendisinden daha soğukkanlı davranmalarını beklediğimiz meslektaşlarımız Türkiye’yi tanıdıkları halde orada da bu yanlış üslubu yaygınlaştırıyorlar.
RUMELİ MUHACİRLERİ
BUGÜNLERDE Fatih Altaylı’nın ‘Teke Tek’ programında kendi üslubuna has yönetimle bir tartışma daha patladı. Tez şu: “Balkan Türklerinin hepsi ya da büyük çoğunluğu Türkleştirilmiş kitlelerdir. Bunlar buraya geldi, sığındılar. Bu iş pekâlâ oldu da Suriyeliler bize gelince niçin Türkleşmesinler? Çocukları şimdiden okula gidiyor” deniyor. Maalesef memleketimizdeki sosyoloji araştırmaları bu bilimin ciddiyetine ister inanın ister inanmayın, Batı’daki örneklere göre de çok yavan, gözlem ve kayıt tekniklerinden uzaktır. Kapkaç üslûbuyla varsayımlar sunuluyor ve genç nesiller bizden önceki ve bizim arkadaşların ciddiyetinde değil. İstisnalar şüphesiz var.
HALK HOŞ KARŞILAMADI
Öncelikle, 15. asır Balkan fütuhatının işbah noktasıdır (zira 14. asırda başlamıştır). Rumeli, Karaman Eyaleti dediğimiz siyasi bakımdan her zaman için Osmanlı’nın pek hazzetmediği bugünkü Konya, Niğde, Nevşehir ve Isparta gibi bölgelerin ahalisinden sürgün metoduyla geniş ölçüde Anadolu halkının yerleştirildiği yerdir. Bu zorla göç ettirme işi, o halk tarafından pek hoş karşılanmamıştır. Nitekim Fatih Sultan Mehmed’in bu hızlı iskân politikasını önlemeye çalışan ve göçü bir anda yavaşlatabilen Sadrazam Mahmud Paşa’nın unvanının “Veli” olması boşuna değildir. Tabii Fatih’i, bugün biz tarihçiler olarak seviyoruz ve değerlendiriyoruz. 15. asır halkının aynı şeyi düşünmesi gerekmiyor. Bununla beraber Rumeliler “evlad-ı fatihan” ve Karamanlı olduklarını ileri sürerler. İstinası yok mu? Tabii ki var. Kırım Savaşı’nda müttefiklerin yanında Rusya’ya karşı faaliyet gösteren Kırım Türkleri ve Yahudileri ve Kafkasya halkları bilhassa Midhat Paşa zamanında Bulgaristan’a çok geniş ölçüde yerleştirildiler. Bugün o ahaliye “Bulgaristanlı” diyen cahil insanlara bir bilgiyi öğretmek lazım: Oraya “Tuna boyu” denir. Eyaletin adı da Tuna Vilayeti olduğu gibi, vali de Midhat Paşa hazretleriydi. Gerçekten de büyük adamdır. Ona, “İngiliz taraftarı” gibi ucuz laf edenleri, edebe davet gerekir.
KENDİLERİNE TÜRK DERLERDİ
Tuna boyu, bilhassa geniş ölçüde bir Türk nüfusa sahipti. Rumeli’de şüphesiz, Hıristiyan’ken Müslüman olanlar da vardır, Arnavutluk’un Müslüman ahalisi gibi. Karadağ ve Kosova’da Türklerle Boşnaklar, Sırplar ve Arnavutlar yan yana yaşarlar. Bosna halkı her zaman kendini Türk diye ifade eder, yanında Boşnak kimliğini vurgulardı. İlginçtir, pratikte Avusturya idaresi bile Boşnakları Türk kategorisine sokardı. Gençken Avusturya köylerinde tanıdığım Birinci Harp’ten kalma eski asker köylüler “Aman bizdeki Türk askerler (fesli Boşnakları kastediyor) ne kadar cesur ve atılganlardı” diye bahsederlerdi. Onu bunu bilmem, kendi dillerini tuttular, fakat Türk ve Şark kültürüne de herkesten fazla hizmet ettiler. Bosna’nın içinde bu gibi âlim ve düşünürleri saymaya bu sayfa yetmez.
BU YÖNTEM YANLIŞIDIR
Hiçbir zaman Osmanlı İmparatorluğu da ve hatta Sovyet başarısının aksine Rusya İmparatorluğu da insanları Türkleştirmek ve Ruslaştırmakta çok etkili olmadılar, olamazdılar. Balkanlar’ın gayri Türk unsurlarını Türkleştirmek kimsenin becereceği iş değildir ve çok zordur. İmkânsızı, faraziye alıp gerçekmiş gibi savunmak bir yöntem yanlışıdır. Karaman Rumları da Türkçe konuşurlar, Türkçe okurlardı. Kullandıkları harf Hıristiyanlıkları dolayısıyla Yunan alfabesiydi. Pomaklardan söz ediliyor. Osmanlı’nın İslamlaştırma siyaseti sınırlı kalmıştır. Şu kadarını söyleyeyim: Pomaklar o derecede Türklüğü benimsediler ki köylerinde Bulgarca konuşsalar bile Türkçe sözlüğü geniştir. Daha trajik bir tasvir, Todor Jivkov denen faşist zamanında başarısız Türkleştirme siyaseti uygulandı. Jandarma ayda bir Türk köylerine uğruyorsa, Pomak köylere haftada bir uğrayarak zulmederdi. Onlar da Türklüklerini çok pahalıya ödemiş ısrarlı bir cemaattir.
ONLARI OKULA ÇEKEMİYORUZ
Bilimin, bazı direnç nedenlerini hesaba katması gerekir. Zavallı Suriyelilerin ise hiçbir zaman Türkleşecekleri yoktur. Çünkü biz Fransa değiliz ve açık konuşacağım asil bir halk olmalarına rağmen Cezayirliler, Arap kültürü konusunda çok sağlam değildiler. Suriye ise Arap’tır. Çocuklarını yeterince okula çekemiyoruz, çeksek hem Türkçe konuşurlar ve öğrenirler hem de Arapça konuşurlar. Yine ikinci yanlış bir faraziye üzerindeyiz. Balkanlar’dan çamura bata çıka gelen muhacirler Bulgarca konuşmuyorlardı, dedeleri de konuşmuyordu. Bildiğimiz Rumeli Türküydüler. Kırım Türk ağızlarını, Çerkes lehçelerini konuşanlar vardı. Bugünkü Türkiye’nin çok önemli bir kısmı, Karadeniz’in kuzeyinden ve bilhassa Rumeli’den gelenlerle doludur. İlgili literatür de vardır, bunların hepsinin tetkiki gerekir.
Paylaş