Paylaş
Rahşan ve Bülent Ecevit’le 1980’de Hamzakoy mecburi ikametinden sonra şahsen tanıştım. 1970 döneminde ne ziyaret etmiştim ne de herhangi bir ilişkim vardı. Vatandaş olarak izliyordum. Hamzakoy’daki mecburi ikametten sonra “Geçmiş olsun” diye aradım ve kitabımı takdim ettim. Derhal cevap verdi ve davet etti.
O günlerde Ecevitlerin Cumhuriyet Halk Partisi’nin içindeki hemen tüm politikacılarla partiyi oluşturan sol ve orta sol gruplarla ilişkilerini kopardıklarını gördüm. Ecevit’in yeni bir parti ve yeni bir hareket oluşturacağı anlaşılıyordu.
EVDEN POLİTİKAYA
Bülent Bey “Benim seçmen kitlem MHP’ninkidir” demişti. Bunu bir tek bana söylemiş değildi. Rahşan Hanım’ın ise MHP ile yıldızının barışmadığı her zaman için açıktı. Galiba politikalar önce evdeki tartışmalar ve uzlaşmalarla tespit ediliyordu. Taha Akyol 19 Ocak tarihli yazısında bu konuya değiniyor. Ben bunu sağlam bir yaklaşım olarak gördüm. Kaderin çizdiği sağlam bir yaklaşım. Nitekim DSP ilk önde Kafkasya ve Rumeli muhacirlerinden, daha sonra da MHP’ye rey veren her sınıf seçmenden rey alan bir parti olarak Meclis’e girdi. İlkinde mini bir partiydi. Kısa sürede yasakların kalkması ve Bülent Bey’in başkanlığıyla iktidara yaklaştı ve koalisyonu kurdu.
Rahşan Ecevit’in inanılmayacak kadar kuvvetli bir hafızası vardı, o partiye giren çıkan herkesi tanıyacak, tasvip ettiği ya da etmediği tavırlarını not edecek kadar... Galiba Bülent Bey’le gözden geçirmelerde kime nasıl davranılacağına ortak karar veriyorlar, fakat mesafeleri ayarlama işini Rahşan Hanım yükleniyordu. Her partide iktidar isteyen insanlar vardır. CHP’de bunların sayısı çok fazlaydı. Dolayısıyla Rahşan Ecevit birçok CHP’linin gözünde perde arkası diktatör gibi değerlendirildi. Gerçekte pek ilgisi yoktu. Türk siyasetinde pek rastlanmayan partinin ikincil grubu gibi örgütlenmelerle meşguldü. Köycülük veya birtakım projeler... DSP döneminde de benzer faaliyetler devam etti ama yeni kadrolar oluşturmakta rolü büyüktü.
Buralara gelenlerin içinde yakın çalışma arkadaşlarını tespit ettiği de görülüyordu. Türkiye siyasetinde alışılmayan bu tip faaliyetler Rahşan Ecevit’in etrafında ayrı bir politikacı zümresinin oluşmasına neden oldu. Ama sonuçta partinin lideri Bülent Bey’di, yakın yardımcısı da Rahşan Hanım.
ARKADAŞLARINI SEÇEMEDİ
Koalisyon döneminde Bülent Ecevit gerçekten zor bir bileşimi idare etti. Koalisyon ortaklarının planlarla bağdaşmadığı çok açık. Beynelmilel iktisadi çevrelerin adamı olarak Kemal Derviş’in rolü bugün dahi tartışılıyor. Ne var ki koalisyonlarda görülmedik bir olay olan ekonominin düzeltilmesi için tatbik edilen acı reçete Türkiye’nin durumunu düze çıkardı, lakin seçim konusunda bilhassa MHP’li ortağın davranışı koalisyonu dağıttı. Bu nedenle AKP beklenmedik şekilde iktidara çıktı. Hazin tecellidir, Bülent Ecevit’in her zaman ilginç ve isabetli stratejileri olmuştur. 1973’te uyguladığı Demokrat Parti modeli de 1980’lerde DSP kuruluşu da böyledir. Ama bu gibi modellerin uygulanışında her zaman uygun çalışma arkadaşlarını seçtiği söylenemez. Buradaki isabet payı düşüktür. İktidarı boyunca önemli başarılar kadar yanlışlar da bu yüzden görülür. Fakat yaklaşımlarında her zaman için sağ ve solun bağnazlıklarından uzaktı ve bunlar Türk politikasına yol açmıştır. Demirel’le Ecevit arasında uzlaşmanın sağlanamadığı zamanlarda Türkiye gerçekten çıkmaza ve istenmedik safhalara sürüklendi. birlikte yürüyen iki eş Ecevitler dürüst bir hayat sürdüler ve saygın bir politik çalışma yaptılar. İşbirliklerinde uzlaşmanın ilk önce hayatı birlikte yürüyen iki eş arasında sağlandığı anlaşılıyor. Bu nedenle 14 yıl evvel Bülent Bey’in geçen hafta da Rahşan Hanım’ın ebediyete intikali Türk siyasi hayatında bir dönemin kapanışıdır. Yeni dönemin aktörleri hakkındaki değerlendirmelerin bu platformda ilgisi olmadığı açık. Bunu ileride tarih yazacaktır.
İZİNDEN GİDENLER BOL OLSUN
20 OCAK pazartesi Hayrettin Karaca yani Türk milletinin “Erozyon Dede”si 94 yaşında ebedi hayatına göçtü. Hakikaten dostu kara toprak ve onun üstündeki bitki örtüsü ve ağaçlardı. Ailesi Balıkesir’in Bandırma eşrafındandı. İster istemez babasının yol göstermesiyle ailesinin triko-örme atölyesinin başına geçmiş. O zamanlar lise bitirmek önemli ve gerçekten niteliği yüksek bir eğitimdi. Genç yaşta girdiği işle 20 sene içinde Türkiye’nin örnek ihracat kuruluşu ortaya çıktı. “Çift Geyik Karaca” markası bütün dünyada parmak ısırtan güzellikte ürün demekti. Hayrettin Bey “Ben sanayici olmak istemiyordum, edebiyat ve doğayla ilgilenmek istiyordum” diyor. Baba emrine karşı çıkamamış. Neyse ne, zorla yaptığı işi bile ciddi yaptı ki Türkiye tekstil sektöründe el’an unutulmayan bir isim. Tabiatla iç içe yaşamış. Ellili yaşlarında huzur ve sükûnu doğayla uğraşıda bulmuş. Türkiye’nin ilk özel arboretumunu kurdu. Devamlı ağaç türleri, tohumlar getiriliyordu. Karaca Arboretum (Ağaç Parkı) bir milli doğa abidesidir. 14 bin ağaç bitki türünü barındıran arboretumun aynı zamanda bir gen koruma merkezi olduğu açık.
HAYRAN OLUNAN TÜRK
Gerçekten kendini, vatanın doğasına ve bütün dünyanın florasına adamış bir misyonerdi. Bitmeyen bir enerjiyle ülkeyi gezer, bazen saatlerce konuşur, anlatırdı. Gençler onun sayesinde yaşadıkları yurdu tanıdılar. Botanikle, bitki örtüsüyle ilgilendiler ve TEMA’yı (Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) bu hizmet için kurdu.
Doğayı korumak bir ideoloji değil, doğa korumacılığına karşı çıkmak bir ekonomik, sosyal alternatif değil, düpedüz cehalet. Doğanın etrafında kavga olmaz. Ama doğayı anlatıp sevdirecek, ona inanmayı öğretecek önderler lazım. Şüphesiz ki Hayrettin Karaca bunların en başarılısı ve önde geleniydi. Bugün Türkiye onun sayesinde ağaç dikiyor, tabiatla daha hassas bir şekilde ilgileniyor; ne var ki buna itaat etmeyen insanları gözden çıkaracak ve cezalandıracak bir mekanizma ise zayıf.
Kendisini 1980’li yıllarda daha yakından tanımak mutluluğuna erdim. UNESCO Milli Komisyonu’nda üyeydik. Hayran olduğum bir çalışma arkadaşıydı. Her sınıftan ve her milletten insanın hayran olduğu bir Türk’tü. Doğayı sevenler arasında yaş ve cins, milliyet farkı olmaz. Gerçek anlamda enternasyonal olmuş yol başlarından biriydi. Aldığı ödüller ve fahri doktorluk unvanları sayısız ama en önemlisi şüphesiz çocukların, gençlerin verdiği “Erozyon Dede” unvanı. Yolun açık olsun, izinden gidenler bol olsun...
Paylaş