Paylaş
TÜRKİYE sanıldığı kadar gümrah (bereketli, bol kaynaklı) bir ülke değildir. Mesela kıyılarımız mevcut nüfus için son derece yetersizdir. Türk halkının rahat rahat kıyı şeridine çıkıp tatil yapması bile mümkün değilken kıyılarda birtakım sabit binaların, kullanılmayan yapıların bulunması büyük israftır. Bu gerçek benim görüşüm değil, 1980’li yılların başında toplanan konseylerde turizm otoritelerimiz tarafından o zaman Başbakan Turgut Özal’a açıkça ifade edilmiştir. Elimizde adalar yok. Ormanlarımız sınırlıdır. Taşocakları veya çeşitli madenler için kazı yapamayız. Bu gibi zenginliklerin nefes alınacak alanları tahrip etmesi ve zehirlenme getirmesi çok açık.
EN HAZİN ÖRNEK
En hazin örnek İstanbul’un üzerinde bulunduğu Boğaz’ın iki yakasındaki yarımadadır. Anadolu yakasında zeytinlikler bitmiş, su kaynakları kirlenmiş ve Dilovası gibi yerlerde halkın zehirlendiği, kanserin yayıldığı yerleşmeler ortaya çıkmıştır. Maalesef Anadolu’nun belli yerlerinde halk kendi tabiatlarını tahrip etmekte ve yurtdışından gelen yabancılara şuursuz bir satış işlemine girmişlerdir. Oturduğu yere bile sahip çıkamayan bu kitlenin Türkiye’nin diğer yerlerinde yaptığı yatırımlar ortadadır. İstanbul’un dört tarafını saran gökdelen siteler, bilhassa Kalamış Koyu’nu feci hale dönüştüren bozuk kanalizasyon sistemleri buna örnektir.
‘ÖDÜL’ VERELİM
Kazdağları’nda son olarak Kanadalı bir şirketin yatırımı söz konusu olmuştur. Bakanlığın verdiği rakamlar gülünçtür, ikna edici değildir. Bunları denetleyecek bir muhalefet de memlekette mevcut değil. 13 bin küsur ağaç kesilmiş, 14 bin dikilmişmiş. Ağaç dikilecek yerde maden araması ve çıkarma faaliyeti yapılamaz. Altın siyanür kullanılarak elde edilir. Yaptıkları açıklamanın hiçbir gerçekçi yönü yok. Başka yöntemler bulmuşlarsa kendilerine bilim ödülü verelim. Lise çocukları bile altının ayracının siyanür olduğunu bilir (Tabii kastettiğim 30 sene önceki liselerdir). Ayrıca altın araması için harcanan sudan açıklamalarda hiç bahsedilmiyor.
REZALET RAKAMLAR
Şirket 1 milyar dolarlık yatırım yapacakmış. 2 bin kişi iş bulacakmış. 2 bin kişi için 1 milyar doların çok büyük bir israf olduğu açık değil mi? Hakikatle bağdaşmayacak fakat ayrıntılı açıklaması yapılmayan bu rakamların bir rezalet olduğu açık. Bu Kanadalı şirket acaba dünyanın başka neresinde böyle işler yapabiliyor. Ormanlar ve madenlerle dolu Kanada’da halk bu tür yerleşim yerlerine yakın girişimleri sessizce izliyor mu?
Çevreci memleketlerin başka ülkelerde tahribatının örnekleriyle dolu bir dünyadayız. Kendi memleketinde yarım metre yeşile titreyen Japonya gözünü kırpmadan Brezilya’daki Amazon yağmur ormanlarını tahrip etti, el’an da ediyor. Bıraksanız Güney Kutbu’nda da aynı şeyleri yapacak. Komşunun bahçesini çöplüğe çevirmenin kolayına kaçan bu dünya aslında bir yerde gökkubbenin altında müştereken yaşadığımızı unutan mültinasyonellerle dolu. Ülkede tepki çok az, bu korkutucu. Kazdağları ilginç bir iklim ve çevredir. Orada su kaynaklarını kirletecek, muhteşem ormanlarını yok edecek bu gibi faaliyetlerin bütün çevreye sirayet edeceği açıktır.
BİSİKLETLE TURLAYIN
Yanı başında Kozak’ta da malum grupların adamları taşocakları işletiyorlar ve fıstıkçamı ormanlarını yok ediyorlar. Bunların hepsi iki günlük ömrü olan sermayedarların faaliyetidir. Bu memlekette üç nesil devam eden ve edecek işadamı pek azdır ama harap etikleri yurtta bütün gelecek nesiller şayet var olabilirseler bizim kuşağı sadece olumsuz değerlendirirler. Orman Bakanlığı’nın açıklamaları daha ciddi ve bilimsel olmalı. “Kirazlı, Kazdağları’na çok uzak” deniyor. Kazdağları dediğimiz mıntıka Ayşe Abla’nın küçük bahçesi değil. 40 kilometreyi bir günde gezen insanlar, hayvanlar var. Anlaşılan bu lafları edenler hayatlarında bisikletle tur atmamışlar.
BİLGİN İÇİN 79 YAŞ ERKENDİ
1965 yazıydı. Ankara Turizm İl Bölgesi’nin açtığı tercüman rehber kursundaydık. Genç Önasya arkeoloğu Hayat Erkanal’ı öyle tanıdım. Hitit Müzesi’nde genç asistandı. 1964 yılında mezun olduğu anlaşılıyordu. Orta Anadolu arkeolojisini Hititler ve öncesini güzel bir şekilde anlattı. Ahbap olduk. İzmirli bir gencin Mezopotamya ve Orta Anadolu Hitit öncesi kültürlere merak salması, silindir mühürleri okuması, yani epigrafi bilgisine sahip olması takdire şayan bir eğilimdi. Arkeolojinin yanı sıra Sedat Alp gibi ünlü hocanın yanında Hitit diline başlamıştı. 1966’da Berlin’e gitti. Almanya’da bu konularda çalışmış Prof. Barthel Hrouda’nun yanında doktora yazdı, aynı yerde ve aynı hocayla eşi Armağan da doktorasını yaptı. 1973’ten itibaren kendisini Türkiye’de gördük. Nihayet İstanbul ve Erzurum üniversitelerinden sonra DTCF’deki Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi’ne doçent oldu.
PKK BOMBALADI
Aktif bir şekilde kazılarda bulunuyordu. İmkânsızlıklara rağmen kazılarda en ciddi ve yoğun biçimde çalışan birkaç arkeoloji hocasından biri olduğunu söylemek lazım. Nusaybin civarındaki Gırnavaz’daki kazıda Mezopotamya tarihini değiştirecek olgulara yaklaştığını ileri sürdü. Halet Hanım’la birlikte gitmiştik. Kazı alanının üzerinde Yezidi ulularından Mir Osman’ın kabri; katman katman yukarı Mezopotamya protohistoryasına uzanan buluntular. 25 Eylül 1991’de terör örgütünün bombalı saldırısı bu kazıya yöneldi (Bu saldırıda arkeolog Metin Akyurt ve Bahattin Devam hayatını kaybetti). PKK’da “Buraları başkaları kazamaz” zihniyeti hâkimdi. Başkalarının sadece Türkler olduğu anlaşılıyor. Herhalde Alman veya Amerikalı gibi yabancı arkeologlar oraya gelseler aynı saldırıyla karşılaşmayacaklardı. ‘İlim’e kan karışmıştı. Barışçı ve tarihçi Hayat Hoca’nın altüst olduğu bir yıldı. Bölgeyi hüsranla bıraktı.
URLA MERKEZ OLDU
Zamanla Urla’da Limantepe’ye çekildi. Bahriye tarihiyle ilgili ilginç buluntuları vardı. Şehrin kısmen denizin altında yani çöküntü mıntıkasında kalması dolayısıyla sualtı metotlarını öğrenerek kazıyı sürdürdü. Bu arada bazı buluntuları onu Osmanlı denizcilik tarihiyle ilgili İdris Bostan’la çalışmaya sevk etti. Doğrusu Osmanlı klasik çağıyla ilgili ilginç bilgiler de çıkmıştı. Urla onun sayesinde bir arkeoloji merkezi oldu. Konferanslar tertipliyordu. Bölgenin kültür hayatı ortaya çıkıyordu. Armağan Hanım’la iki hayat arkadaşı ama çok daha önemlisi iki birlikte çalışan meslektaştılar. Ankara Üniversitesi Mustafa Vehbi Koç Deniz Arkeolojisi Araştırma Merkezi’nin başındaydı.
MİRASI DEVAM ETSİN
Kafası, zihni çalışan dinamik bir arkeoloji bilgini için 79 yaş erkendir. Zamansız ölümü herkes için şoke edici haberdir. Umut olunur ki Türkiye’de hem filolojiyi hem de arkeolojiyi birleştiren bu eskiçağ bilgininin mirası talebeler ve asistanlar vasıtasıyla devam eder. Dostluğumuz son senelerde yine evvel yoğunlaştı. Beni davet eder, arardı. Artık şahit olmaya başladığımız bizim neslin yaprak dökümünde en tahammül edilmez vakalardandır.
EGE’NİN ORTAMINDA
Salı günü cenazesi kalktı. Talebeleri ama asıl önemlisi Urla halkı, meslektaşları arasında çok sevildiği için bölgenin her yerindeki kazı heyetleri cenazeye katıldılar. Arkeolog fanilerin ebedi hayattakilerle bağlantı kuranıdır. Her an onların ismi ve yaptıklarıyla temastadır. Arkeoloğa ve Ege’nin çocuğuna yakışan bir cenaze töreniyle Ege’nin ortamına gömüldü.
IŞILAY SAYGIN İZMİRLİLİK SANATTIR
ADI 1980’den sonra duyuldu. Ankara’nın ün kazanan politikacılarından veya büyük beldelerden birinin başkanı değildi. Alışılmamış bir şey. Buca’nın belediye başkanıydı. Çarşı pazardaki dinamik denetimi, halkla sempatik, esnaf ile hem candan hem de sert ilişkisi, kapısında kimseyi bekletmemesi, personeline hem sahip çıkması hem de çok haşin davranmasıyla meşhur oldu. Dönüşüm dönemiydi. Göç İzmir’i zorluyordu. Bağlık bahçelik eski Levanten konaklarıyla bezeli Buca çehre ve profil değiştirmeye başlamıştı. Bu dönemin belediye başkanı olduğunu gösterdi. Buca bu İzmirli genç kadının ismiyle yaşattığı, onunla şöhret olan bir kasabadır.
BUCA ONA BORÇLU
Bugün dahi İzmir’in eski havasını bir ölçüde muhafaza eden tek yerleşmesi oysa bunu Işılay Hanım’a borçludur. 4 dönem Meclis’teydi. Uzun dönem milletvekilliği yaptı. Bakanlığı iki yıl sürdü. Aynı süratle işini götürdü. Personel ya 24 saat onunla çalışır, yaptıkları işten zevk alırlardı yahut da etrafta görünmemeleri tercih edilirdi. İzmir’e seçilen her belediye başkanı, partisi fark etmeden onunla ilişki kurardı, o da onlarla beraber olurdu. Sosyal faaliyetlerini hiçbir zaman aksatmadı. Ben dahi çağırdığı toplantılara katılmayı bir borç bilirdim. Kalabalık bir hemşeri grubu onu son yolculuğuna uğurladı. İzmirlilik bir sanattır, o sanatı en iyi temsil edenlerdendi.
Paylaş