Paylaş
Bu yıl Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sona erdirilmesini hazırlayan bir dizi olayın 100. yıldönümünü kutluyor. 1921 Eylül’ünde Anadolu’nun kaderini değiştiren Sakarya Muharebesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti dış dünyaya artık Türkiye’yi temsil ettiğini göstermişti. Türk tarafından tasdik edilmeyen Sevr Muahedesi’nin işlemez olduğunu İtilaf Devletleri de kabul ettiler.
Bu savaşın sonunda Yunan politikacıları ve ordu komutanları İngiltere ve bilhassa Fransa’nın müzaheretini kaybetmişti. İstanbul’da Fransız işgal kuvvetleri komutanı ünlü Mareşal Louis Franchet d’Espèrey, Yunanistan’ın İtilaf Devletleri safında Küçük Asya’da bulunmasını pek hoş karşılamadığını bazı vesilelerle ortaya koydu. Bunlardan birisi; İngiltere’nin yüksek komiserlik görevini Yunan kuvvetlerine devretme talebinin onun tarafından sert bir şekilde veto edilmesi oldu.
Dış politika değişti. Sovyet Rusya ve yeni kurulan Sovyet Azerbaycanı Ankara’ya elçi gönderdiler (Aralov ve Abilov). Keza Afganistan ile birlikte Türkiye Meclis Hükümeti Moskova’da sefaret açtı; bugün bile o binada oturuyoruz. Fransa, Ankara temsilciğini tanıdı. İstanbul temsilcisiyle birlikte Ankara’dan da bir temsilci Paris’teydi (Ferit Bey).
SAVAŞ BİTİRİLMELİYDİ
Atmosfer değişti. Ankara ve İstanbul birbirine yanaşmaya başladı, lakin gelişmelerin çok olumlu göründüğü o anda en zor safha da başlamıştır. Anadolu’da savaş bitirilmelidir. Nihai savaşın bitirilmesi için en riskli görünen harekât planının tercih edilmesi kaçınılmazdı. Bugünlerde çıkan General Ahmet Yavuz’un “Büyük Taarruz” adlı monografisinde görüyoruz. Savaşın savunma ve taarruz bölümlerini bir askeri tarihçinin, strateji uzmanının gözünden inceliyor. Kolay ve kendiliğinden gelişimle sağlanabilecek bir savunma ve karşı taarruz dönemi söz konusu değildi. Her şeye rağmen bu safhada Anadolu’nun boşaltılması, İtilaf Devletleri için söz konusu değildi. Hatta olmayacak teklifler devam ediyordu.
Meclis’te de muhalif grup vardı. Ağustos 1922 ile Eylül 1921 arasındaki 11 ay Mustafa Kemal Paşa ve yakın arkadaşlarının, bu muhalefeti yer yer telkin, yer yer sertlikle yönlendirmesi ve durdurması ile geçti. Büyük Taarruz’un harekât olarak başlangıcının gizlenmesi gerekiyordu. Olacağı belliydi ama ne zaman ve nasıl? Başta Gazi olmak üzere komutan heyeti planları tasarlayıp cepheye hareket ettiği gün dahi Yunan ordusunun çekildiği bölgeye yöneldiklerinin ve onların şehirde olmadıklarının kimse farkında değildi.
YENİ BİR TÜRKİYE DOĞUYOR
Büyük Taarruz’un ilk safhasında esir bulunan İngiliz General Charles Vere Ferrers Townshend ile görüşen Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya Townshend verdiği raporda; “Türk milli ordusunun güçlü ve etkin olduğunu, İngiltere Hükümeti’nin bunu doğru kavrayamadığını” belirtir. Yeni bir Türkiye doğuyor, İngiltere bunu anlamış değil. “Türk’ü, Avrupa dışına ve sadece Anadolu’nun kalbine itmeye çalışmak çılgınlıktır” diyordu. Lloyd George, Anadolu komutanlarının, en başta Mustafa Kemal Paşa’nın büyük bir general ve yurtsever olduğunu fakat Türklerin ve Müslümanların başının İstanbul’daki halife olduğunu beyan ediyor.
Garp Cephesi Komutanlığı’nın yaptığı hesaplamalara göre taarruz planına uygun olarak birliklerin yeniden tertiplenmesi için 10 güne ihtiyaç vardır. İki gün de son hazırlıklar için gerekliydi. Böylelikle 14 Ağustos gecesi ilk yürüyüş başladı. İki tarafın kuvvetleri arasında ilk anda eşitlik göze çarpabiliyor ama stratejik silahlarda ve özellikle mekanize nakliyatta Yunan kuvveti halen üstündür. 30 Ağustos Başkomutan Meydan Muharebesi’nin kazanılması ve orduların süratle harekete geçirilişi ile 12 gün içinde evvela İzmir sonra Bursa işgalden kurtuldu. Kuzeybatı Ege’deki merkezler için süre iki gün daha devam etti.
KAPİTÜLASYONLAR SORUNU
Mudanya Mütarekesi bu süratli zafer üzerine 2 Ekim’de başlayacaktır ve doğrusu o vakte kadar aralarında uzlaşmazlık çıkan İtilaf Devletleri daha mütareke anında Lozan’daki vaziyetlerini ortaya koymaya başladılar. Türkiye üzerinde kaybetmek istemedikleri unsur; araziler değildi. İtalya ve Fransa ve hatta İngiltere bu konularda artık Yunanistan’a fazla taviz verilemeyeceğini görmüşlerdir. Sorun Boğazlar’ın kontrolü ama bilhassa kapitülasyonlar rejiminin sürdürülmesidir.
Mudanya Mütarekesi bu sorunların tartışılması için bir boşluk yaratmaya hükümlerle sona erdi. Türkiye bugün Küçük Asya’nın kurtarılışının 100. yılını kutluyor. Gelecek yıl Lozan Barışı ve Cumhuriyet’in 100. yılına giriyoruz. Şurası çok açıktır; bazı konularda Lozan Barışı’na rağmen İtilaf Devletleri nüfus mübadelesi gibi konulara Venizelos yanında müdahale ederek yeni Türkiye’yi de şenlendirmek gayretindeydiler. Maalesef mübadelede bilhassa Karamanlı Rumlar denilen Hıristiyan Türklerin buna tabi tutulması, gelecekteki Türkiye için bir noksan yaratacaktır.
Uzun bir umumi harp bütün Avrupa’yı yormuştu. Birinci Cihan Savaşı sonunda savaşa geç katıldığı içi diri bir kuvvet olan Yunan ordusu ve politikası ise “Küçük Asya faciası” dedikleri hazin yenilgi ile tahribata uğradı. Ama şurası açıktır; çok zor bir 11 yıl geçiren Türkiye’nin geleceği söz konusudur. Yeni Türkiye’nin isteyeceği tek şey iktisadi yenilenme, nüfusunun eriyen kısımlarını sağlık ve eğitim tedbirlerini alarak geliştirme ve ülkeyi yeniden kurmaktır.
O GENÇLERİ KAYBETTİK
Bunlar Birinci Harp’in yıkıntısını yaşayan Avrupa ülkelerine göre bazı alanlarda başarıyla erkenden tamamlandı. Tamamlanamayan ise bu uzun harpte kaybettiğimiz iki dünyaya; yani Doğu ve Batı’ya hâkim münevver gençlik, becerikli çiftçiler ve zanaatkârlardır. İnsan nüfusunu sağlıklı olarak yeniden kazandık ve büyüttük ama eski Türkiye’nin mirasını iyi kullanan bir gençliğin henüz yetiştirilmesi söz konusu.
Bugünün Türkiye’sinde en önemli unsur dış politika ve savunmada kendi geleneksel yönelimimizi, savaşçı yapımızı ve sağlamlığımızı koruyabilmektir. Bu kadrolarda zayiat ve durgunluk görülürse sorun halledilmemiş demektir. Birinci Cihan Harbi’nin fiilen bitişinin 100. yılındayız. Halen ne Avrupa ne Asya hukuka bağlı, güvenli, savaştan uzak, huzurlu ve adaletli bir dünya düzeninin içine girmedi. Pembe ufuklarla yaşayışımızdan ve güvenliğimizden taviz verme durumunda değiliz, maalesef.
ATATÜRK NASIL KOMUTANDI
1921 Eylül’üyle 30 Ağustos 1922 arasında dünya askeri tarihinde ünlü bir komutan ortaya çıktı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri dehası, bizim ülkemizdeki kasıtlı bazı cahillerin dışında hiçbir yerde tartışılmıyor. Osmanlı’nın 19. yüzyılda başlayan kurmay eğitimi Cumhuriyet döneminde devam ediyor. Bugün ordunun bayramıdır ama aynı zamanda milletindir. Demilitarizasyon (askersizleşme) Türkiye için bir fantezidir ve yanlış bir fantezidir. Yine aynı şekilde diplomasimizde de kadrolarımızın ayakta tutulması için gayret etmeliyiz. 2020’lerin dünyası bu konuda hatalar yapmamızı, gaflet içinde bulunmamızı mahzur gösteremez.
DOSTUMUZUN ARDINDAN / AYLA GEDİK
Ayla Gedik’i pazartesi günü ebediyete uğurladık. Onunla bundan 30 sene kadar önce tanıştım. Doğrusu hayatta dert ve sıkıntıları ciddi olarak ele almanın yanında mizah duygusunu kaybetmeyen nadir insanlardandı. Bu tarafımızla çok iyi anlaştık. Ne yazık ki son senelerinde asrın hastalığı görüşmemizi ızdıraba çevirene kadar bu rastlaşmalar devam etti. Gedik ailesinin, geçirdiklerine rağmen devlet kuruluşu ve ana kurumları konusunda gayet tutarlı bir görüşü vardı. Ayla’nın da merhum kardeşi Arda Gedik gibi bu görüşe sahip olduğunu bizzat müşahede ettim. Herhalde anneleri yargıç ve milletvekili merhume Melahat Gedik’in bu terbiyede büyük payı vardı.
Bir yaprak dökümü yaşıyoruz. Bizim nesilde en candan arkadaşlarımız aramızdan ayrılıyor. Bâki kalan hakikaten, hoş bir sadâdır bu kubbede...
Paylaş