Paylaş
Kavramsal ve performans sanatının öncülerinden olan anne Yoko Ono kocasının önünde suikaste uğradığı New York Manhattan’daki binada yaşamaya devam ediyordu. Gecenin son dakika katılanlarından biri de kendisiyle ilgili bir dosya hazırlayan gazeteci David Scheff tarafından davet edilen genç girişimci Steve Jobs’dı. Jobs hediye olarak piyasaya yeni çıkan bir Macintosh getirmişti ve Paint programının başına oturan küçük Sean için fare kullanarak şekiller çizmeye başlamak çok kolay olmuştu.
Tüm bunları hayranlıkla seyredenler arasında pop-art akımının en bilinen ismi ve yaşarken de son derece popüler ve tartışmalı bir sanatçı olan Andy Warhol ve sokak sanatından aldığı ilhamla eser üreten sanatçı dostu Keith Haring de vardı (Warhol da Lennon gibi saldırıya uğramış ama şans eseri hayatta kalmıştı yıllar önce). Warhol gördüklerine inanamıyordu, bu mucizevi bir şey diye heyecanla bağırıyordu. Warhol bilgisayar başına oturduğunda biraz acemilik çektikten sonra (önce fareyi havada dolaştırmış, aynen fırça gibi) ilk çizimini yaptı: bir daire!
Warhol bir yıl sonra Commodore bilgisayarlarının reklam yüzü olmuştu. Amiga 1000 modelinin lansmanında o zamanın en güçlü renk çözümüne sahip Paint programında Blondie grubunun solisti Debbie Harry’nin resmini çizdi, 1987’deki ölümüne kadar bilgisayar büyük sanatçının minik bir oyun alanı oldu. 40 yaşın üzerinde olanlar için çok nostaljik çağrışımlar yapmıştır tabii Commodore ve Amiga markaları.
Warhol öidükten sonra bilgisayar çizimleri ortadan kayboldu, ta ki bir sanatçı akıbetini merak edip işlerin peşine düşünceye kadar. Warhol arşivlerinden çıkan 40 kadar diskette 28 imajı Carnegie Mellon üniversitesinin yardımıyla restore etmeyi başardılar. O dönemde bir disketin kapasitesi 360 kilobayt, çıkan imajların büyüklüğü ise 200x300 pixel idi. Bunların günümüz skalasında ne kadar küçük olduğunu hayal etmemiz zor. Neyse, yolunuz Pittsburg’a düşerse Warhol Müzesi’ndeki sergiyi gezip, teknoloji ve sanatın yakın tarihini birlikte görebilirsiniz.
Bu hikayede benim en ilginç bulduğum şey aynı dönemde yaşayan kendi alanlarında öncü kişilerin yollarının bu şekilde kesişmesi. Mesela o doğum günü partisinde olmak müthiş bir tecrübe olurdu. Ya da Paris’te Ernest Hemingway ve Picasso’nun masasına kulak misafiri olmak, Einstein ve Freud’un tartışmalarına tanıklık etmek. Dünyayı ileriye götüren de herhalde bu tür dehaların oluşturduğu yaratıcı ortamın bir sıçrama tahtası görevi yapması.
Bizden sonraki jenerasyonlar bugüne bakınca acaba kimleri görecekler? Biri Elon Musk ya da Jeff Bezos olabilir belki. Ne dersiniz?
Paylaş