BIR çağı kapatıp diğerini açan simgesel filmler vardır. Bizim kuşak için “Citizen Kane/Yurttaş Kane” nasıl özel bir yere sahip, “tüm zamanların klasik” filmi ise, şimdi 2010 yılında Facebook internet sitesini anlatan “Social Network/Sosyal Ağ” filmi aynı sayfada yerini almayı hakediyor.
Aslında bir süre New York’ta yaşamak üzere bavul toplarken en çok duyduğum tavsiye Facebook üzerineydi. Niye Facebook içinde değildim, biran önce üye olmalıydım. Hepsinde haklılık payı olduğunu burada Facebook “Sosyal Ağ” filmini izlerken bir kez daha fark ettim. Halen 500 milyon üzerinde üyeye sahip bir sosyal paylaşım, dünya genelinde her 13-14 kişiden birinin kayıtlı olduğu anlamına gelir ve bu aynı zamanda iletişimdeki küresel dönüşüme işaret eder. Bir yanıyla gerçek dünyadan kopmak, sanal dünyayı arkadaşlık kapısı yapmak gibi dursa da tüm dünyayı avcunuzun içine almayı sağlayan bir iletişim gücünü hafife almak olmaz. Facebook filmi diye anılsa da filmin gerçek adı “Social Network/Sosyal Ağ.” David Fincher gerçek olaylardan yola çıkmanın getirdiği hikaye gücüne başarılı bir oyuncu ekibini de katarak bu yılın en ilginç filmlerinden birine imza atıyor. Social Network, önümüzdeki Oscar’da adından kesin söz ettirecek. En iyi film, yönetmen ve erkek oyuncu adayları arasına rahatlıkla girebilir. Bugün milyarlarca dolarlık servete sahip Mark Zuckerberg, 2004 yılında Harvard Üniversitesi’nde öğrenciyken başlattığı okul içi paylaşım ağını, çevresinden gelen fikirlerden ilham alarak genişletiyor. Adı Facematch olan site Facebook halini alarak, önce Amerika ölçeğinde, daha sonra hızla dünya çapında çığır açan bir olaya dönüşüyor. Bu başarının arkasındaki kişi kendi halinde, duygularını bastıran, içine kapanık ama daha konuşmaya başlar başlamaz zekasına ve hızına yetişemeyeceğiniz oranda ilginç bir karakter.
Mahkeme kapılarında
Facebook yaratıcısının dünyasını anlamak açısından filmin açılış bölümü dikkatle izlenmeli. Hele o sekansın bir kapanış sahnesi var ki üzerine kitap yazılabilir. Yanıbaşında duran arkadaşına email göndererek “Nasılsın” diye soran bir kuşağın mensubu olan Mark Zuckerberg, kız arkadaşının “Bu ilişki burada biter” diye çıkışması üzerine soruyor:
“Sanal mı, gerçek mi?”
Düşünme hızına kimselerin yetişemediği Facebook kurucusu kısa sürede akla sığmayacak ölçekte bir başarı yakalarken, güvensizlikle dolu içdünyası ve egosunun peşinden sürüklenince kendisini fikir hırsızlığı suçlamasıyla mahkeme kapılarında buluveriyor. Senaryonun başarısı burada bir kez daha belirgin. Film, ihanet ve fikir hırsızlığı konularında bile, suçlayanlar ile suçlanan arasında bir yerde durabiliyor.
Tazminat bile açıklanmadı
Bizde şöhretli bir kişinin duruşması olsa ortaya dökülmedik kirli çamaşır ve açıklanmadık özel bilgi kalmaz. Facebook gibi küresel bir olgunun, daha kuruluşundan dört yıl geçmeden 2008’de mahkemelik olması, ama sansasyon yaratmayıp sessiz sedasız anlaşmaya sonuçlanması ilginç. Sitenin kurucularından Eduardo Saverin’e ne kadar zaminat verildiği bile açıklanmadan üstelik. Aslında para ve şöhretle ne yapacağını da pek bilemeyen Mark Zuckerberg’in bastırılmış duygularının en güzel örneği bir milyon kayıtlı üyeye sahip olma zaferini kız arkadaşının kendisini terk etmesini hazmedemeyen ruh haliyle özel kartvizit bastırarak kutlaması. Dahası var: Milyonlarca kişinin takip ettiği insan da yalnız ve hüzünlü. Ona kalsa tek bir insanı yeniden kazanabilse hayatı güzelleşecek.
Bir dost sıcaklığı
Yanlış anlaşılmasın Facebook ya da internet paylaşımını asla küçümsüyor değilim. Zaten YouTube sonrası Facebook da aynı kaderi paylaşacak diye beklenti oluşması bile yeterince ürkütücü. Ama konuşmanın yerini yazılı mesajların aldığı, duyguları ifade etmenin yalnızca özel işaretlere dönüştüğü bir dünyada, tıpkı Facebook sitesinin kurucusu gibi bir gerçek dosta muhtaç oluruz diye endişeliyim. Yoksa Facebook kayıtlı üyesiyim zaten, isteyen bulabilir. Bu siteler sayesinde hayatınızda yeri olan ama izini kaybettiğiniz insanlara ulaşmak elbette güzel. Artık internetsiz bir dünya düşünülemez, yeter ki sanallığı gerçeğin bir alternatifi olarak yaşamayalım. Gerçek anlamda iletişim kurmak derken, bir dosta dokunmadaki sıcaklığın, telefondaki merhabanın, hatta pek kalmadı ama “çat kapı” uğramanın insanı zenginleştiren bir güzellik olduğunda ısrar ediyorum. Bir düşünün, hastanede yatıyorsunuz, bir arkadaşınız elinde kolonya çıkıp geliyor; bir de beşyüz tane “geçmiş olsun, xoxo” yazılı mesaj alıyorsunuz. Hangisini tercih ederdiniz? Ankara notu: Facebook kapatılır mı bilemem ama en azından kesin olan birşey varsa, sitenin öyküsü Sosyal Ağ filmi 22 Ekim’de sinemalarda.