Yeni kahve mekanım olmasaydı yeni otomobilim de olmayacaktı!

EPEY bir zaman oluyor ki kahve mekánımı değiştirdim. Çok da iyi yapmışım. Aklımla bin yaşayayım. Fakat aslında böyle şeylerden nefret ederim. Daha ötesi, korkarım. Paniklerim.

Siz bunu ister arkaik muhafazakárlık; ister içgüdüsel korunganlık, isterseniz de küçük burjuvalık diye eleştirin, doğrusu hiç umursamıyorum. Çünkü, bazı şeylerin hayatımda ‘ritüel’ alışkanlıklara dönüşmesine ihtiyacım var.

İnkár edecek değilim, o alışkanlıklara tutunarak ruhi denge sağlamaya çalışıyorum.

Dolayısıyla, bırakın kahve değiştirmeyi falan, aynı kahvede her sabah tünediğim masanın diğer bir müşteri tarafından işgal edilmiş olduğunu veya dalgaya düşecek garsonun geniş küllük yerine küçük tabla getirdiğini görmek ‘biyolojik ritmi’mi bozar. Tabii, aslında bütün bunlar yeniliğe açık olmadığım anlamına gelmiyor.

Ama konuma girmediğinden burada ‘oto psikanaliz’ yapmaya kalkışmayacağım.

*

NEYSE, dediğim gibi, mekánın müdavimiyim diye işi giderek senli benli bile olmaya ve ‘nasılsa bekler’ havasıyla da, benden sonra gelmiş müşterilere öncelik vermeye vardıran kahveci efendi bir sabah canıma tak etti.

Tek kelimeyle, laubalilik, nevrimi döndürdü. ‘Defter kapandı. Yüzünü şeytan görsün’ deyip dükkan kapısını dışarıdan çektim.

Çekiş o çekiş ve bende bitti miydi, biter. Ricat yanım yoktur.

Kabul, espressosu kıvamındaydı ama bu herze bulunmaz Hint kumaşı değil ya!

Ve şükür, keyfimin kaçtığı bir yerde paramla rezil olacak kadar mazoşist sayılmam.

*

PEKİ de, şimdi nereye gideceğim?

Sabah palamarımı hangi iskeleye atacağım?

Ancak horozların kalktığı saatte açık olan başka bir mekán bulabilecek miyim?

Hadi buldum, telvesinden, hizmetinden, huzurundan hoşnut kalacak mıyım?

Üstelik, semt itibariyle başka bir yöne seğirtmek mecburiyeti doğduğu takdirde ister istemez, sittin senelik gazetecimi de değiştirmek zorunda kalacağım. Yine o kör şafak vaktinde kepenk kaldıran bir bayiye rastlayacak mıyım?

Dolayısıyla, ‘bitti’ kararını verdikten sonra bunları düşüne düşüne yazı ekranı önüne giderken, ‘Öfkeyle kalktım, acaba hüsranla mı oturacağım’ telaşına kapıldım.

*

YERSİZMİŞ. Boşu boşuna tasalanmışım.

Artık verilmiş sadakam varmış mı demeli, yoksa tesadüf mü orasını siz kestirin, daha o akşamdı ki, yine hanidir ve hanidir tezgahında dirsek; aynasında çehre; kadehinde de karaciğer eskittiğim barın taburesine çöktüğümde, öylesine tanıdık bir kadına rastladım.

Pek hazzettiğimi söyleyemeyeceğim, kaknemliği ve çaçaronluğu göz çıkartır.

Aman canım neyse, nikáh kıyacak değilim ya, terbiyesizlik olmasın diye işi biraz havadan sudan gevezeliğe vurdum ve o arada da, láf olsun kabilinden ‘yeni kahve mekanı arayışıma’ değindim.

Derhal atladı ve oralarda oturuyormuş, bana, evime yakın sayılacak bir mesafede erkenden açtığını ve nefaset espresso yaptığını söylediği, bilmedik bir kahveyi tavsiye etti.

Ayrıca, hemen bitişikte, yine çok erkenci bir gazete bayiinin bulunduğunu vurguladı.

Garip, o mıntıkayı gayet iyi tanıyorum ve her ikisi de hiç dikkatimi çekmemişti.

Dolayısıyla, bayağı bayağı tereddütle, ‘eh, yarın sabah bir deneyeyim’ dedim.

Tabii, mekán hoşuma gittiği takdirde de gelecek sefer kendisine, hep tıpkısını içtiği o abuk sabuk kokteylden ısmarlayacağımı şaka yollu söylemek centilmenliğini unutmadım.

*

VE, hoşuma gitti ki, ne gitti!

Ama, ne benim nekesliğimle, ne hatunun kaknemliğimle ilgisi olduğu için değil, sırf o gün bugündür kadıncağıza bir daha rastlamadığım için sözümü henüz tutamadım.

Fakat yemin ediyorum ki, muşmuladan hallice suretini bar aynasının teğetinde ilk gördüğüm an, Abdi Bey’in abdest suyu kokteyl ne kelimeymiş, magnum şişe olmasa bile şampanya ısmarlayacağım. Zoraki ısmarlayacağım.

Çünkü, ona öylesine çok şey borçluyum ki!

*

BİR; eskisini hiç aratmayan, hatta fersah fersah aşan yeni kahve mekanımı borçluyum.

İki; benden önce oraya müdavim bir aileyle edindiğim harikulade dostluğu borçluyum.

Üç; eskisinden epey daha uzak olduğu için, sabahları git-gel yürüyüşüyle belki bir nebzecik ‘sportif egzersiz’ yapmak imkanını borçluyum.

Ve nihayet dört; ultra fiyakalı ‘Rover’ otomobilimi borçluyum.

*

EVET evet, zaten ilk üç nokta konuma girmiyor, yukarıdaki ayrıntıyı, dört haftadır láfı ağzımda evire çevire hikaye ettiğim cici otomobilime getirmek için anlattım.

Zira, yeni kahve mekanım olmasaydı yeni otomobil direksiyonum da olmayacaktı!

Ömrü billah, eski kahvenin laubaliliğiyle ve eski otomobilin külüstürlüğüyle ‘ritüel alışkanlığı’mı sürdürüp gidecektim.

İşte birincisi ikincisine vesile oldu ve de işte ‘Rover’ arabama kavuştum.

Bu ‘fincan-kaporta’ ilişkisini gelecek pazara bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları