YOK rakı-uzo; yok dolma-yalanc(i) dolma; yok zeybek-zeybetiko, bunları geçelim.
Sonra, Akdeniz yakamozu, Ege meltemi, Balkan dağı; daha sonra yiğitlik, gözüpeklik, mertlik; ve kabul, bilhassa emperyal tarih falan ama, bunları da yine bir kalem geçelim.
Hayır, varlığımızla özdeşleşen bu müşterek kimlikleri tabii ki inkár etmiyorum.
Fakat her ikisi de rötarlı ulus devlete dönüşmüş olan Türk ve Helen milletlerinin temel ve hayati ortak özelliğini yukarıdaki unsurlar değil, bambaşka bir "ruhiyat" belirliyor.
Sosyal psikiyatri kliniğinde ele alınması gereken kolektif arázları kastediyorum.
* * *
ÖYLE, hem Türkler’in, hem Helenler’in bir bölümü en hafifinden paranoid ve şizoiddir.
Başka bir deyişle, rakı, dolma, zeybek diş kovuğuna kaçmayacak meze bile sayılmaz.
Zira, Türklerin ve Yunanlıların temel ortak özelliği "öteki" korkusundan kaynaklanır.
Zaten de o "öteki" bizim açımızdan Helenlerde; Helenler açısından ise bizde cismáni kimlik kazandığı içindir ki, aslında aynı kaba def-i hacet eyleyen iki millet didişip durur.
Evet evet, ikiulusumuzu "ikiz" kılan olgu işte bu "hastalıklı ruhiyat"ta odaklanır.
* * *
NİTEKİM, "bölünürüz" (!) dehşeti bizde nasıl "Sevr paranoyası"nı üretiyor, bunun hemen hemen aynısı da Helen ulusunun benliğini kemiriyor.
Bakın, Makedonya tá 1991 yılında bağımsızlık kazandı ama, Atina, bu devede kulak devletçiğin kendi topraklarını da "yutacağı" (!) korkusuyla, ülkenin adını hálá veto ediyor.
Veya, nasıl ki biz binbir angaryayla gayr-ı müslim yurttaşlarımızın sonsuz çoğunluğu "sepetledik" ve bütün mirasıyla yalnız ve yalnız b-i-z-i-m olan Patrikhanemizi "düşman" (!) addediyoruz, işte Yunanistan’ın dili de, Lozan Antlaşması öyle zikrediyor diye, Batı Trakya’daki soydaşlarımıza "Türk" demeye varmıyor. Soyut bir "İslam" kelimesinde diretiyor.
Zaten bu örnekleri, bizim "ulusalcılar"ın "yabancıya satış yok" şiarından ora "ulusalcı"larının Kilise’yle beraber "Helen olmayana mülk yok" sloganına dek uzabilirim.
Artı, her iki tarafın kendilerine yönelik olarak uydurduğu "komplo teorileri"ndeki inanılmaz benzerlikleri; fakat tabii birbirlerine tamamen zıt içerikleri de sıralayabilirim.
Daha artı, Türklerin çok kimlikli imparatorluktan ulus devlete geçiş; Yunanlıların ise o imparatorluktan ayrılma ve "Küçük Asya Faciası"ndan sıyrılma travmalarına uzanabilirim.
Böylelikle de, bu şizofrenik ve paranoyak ruhiyatı kolektif hafızayla açıklayabilirim.
* * *
AMA bunlara girmeyeceğim, çünkü ne mutlu ki gidişat iyiye, gayet iyiye doğrudur. Önceki günkü "Hürriyet"in manşetindeki gibi, taraflar "dostluk gazlamaktadır".
Kabul, belki henüz nekahat döneminden söz edilemez. Fakat her iki hastamız da yavaş yavaş ruh sağlığına kavuşmaktadır. En azından durum sarahat kespetmektedir.
Ve de şüphesiz ki, burada üç temel unsur belirleyicilik taşımaktadır:
* * *
BİR; Körfez Depremi’ndeki yardımlaşmayla hayati bir "insani faktör" devreye girdi.
Bunun sayesinde de, zaten sonsuz yakın olan bireyler birbirlerini tekrardan keşfetti.
İki; AB üyeliğinde artık oturaklaşan Atina’nın "Avrupai" düşünce tarzına yaklaştı.
Dolayısıyla, onun uluslararası siyaset pratiğini Türkiye için de uygulamaya başladı.
Ve üç; küreselleşme gerçeği şizofreni ve paranoyalara radikal tedavi getiren "mucize iláç" olarak piyasaya çıktı. Kendini dayattı ki, sıhhatine kavuşmak isteyen eczaneye koşuyor.
Evet evet, bin şükür Türkiye’yle Yunanistan arasında şimdi "dostluk gazlıyor", zira Türkler ve Helenler kendi "öteki"lerini "biz" kılacak olan o mucize iláçtan da "gazlıyor".