Tá aristokrat İngiltere’nin ilk Oxford koleji üniformalarından, tá Cumhuriyetçi Fransa’nın sonraki laik okul üniformalarına, çocuklar daima ve daima o tekillikte çoğulluğu dışa vuracak bir yöntem, bir simge, bir kod keşfettiler ve de bunu yansıttılar.
Sabah erken vakit Galatasaray’dan Tünel’e doğru yürüyordum ki, üniformalarının içindeki kızlı oğlanlı öğrenciler de káh aynı káh ters istikámette okullarına gidiyordu.
Mahmur gözlerine rağmen de haspaların fiyakasından geçilmiyordu.
Kendi kendime "Hah" dedim, "işte verilmiş sadakan varmış. İki pazardır burada anlatmaya çalıştığın ve çok sevdiğini söylediğin o ’Cumhuriyetçi üniforma’yı örneklemek için fırsat ayağına geldi".
Yani, ilkokul sıralarından itibaren giyim tarzında sağlanan bütünlükle, Behçet Kemal’in "Onuncu Yıl Marşı"ndaki "İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kütleyiz" mısraını açıklamak için imkán doğdu.
Hayır, tabii ki doğmadı!
Doğmadı, çünkü kimisi lacivertli bordolu, kimisi kravatlı hırkalı ve her halükárda hepsi estetik barındıran o üniformalar aslında hiç de bir örnek değildi.
Daha doğrusu, dış görünümde gerçekten de bir tekillik vardı ama, biraz alıcı gözüyle bakıldığında, ayrıntılarda gizli olan farklılıkları görmemek için kör olmak gerekiyordu.
Nasıl mı?
SAATLERE VE ZİNCİRLERE BİR GÖZ ATIN
Efendim şöyle ki, örneğin ayakkabılarını bir inceleyin!
Veya, kızlarda boyun zincirlerine ve erkeklerde, bilek saatlerine bir bakın!
Ve tabii bilhassa da, her ikisinde birden, sabahın köründe nereyedir bilmem ama, SMS mesajı gönderdikleri yahut ahizesiyle konuştukları cep telefonlarına bir göz atın!
İşte bütün bunlar, üniformalardaki bir örnekliğe rağmen öğrenciler arasında hüküm süren sosyal hiyerarşinin, en azından "farklılaşma dürtüsü"nün delillerini sunuyor.
Öyle, zira okul belki genel bir siyah iskarpin mecburiyeti de getirmiştir.
Fakat, eğer müdür yardımcısı her sabah kapıda denetleme yapacak ve farklı ayakkabı giymiş olana "Eve dön ve Sümerbank kunduranla gel" diyecek kadar zebáni değilse, söz konusu yasağı kim takar?
O gün jimnastik dersi var veya yok, ayağa geçirilen spor "kes"lerin ve "basket"lerin üzerindeki markayı, armayı, deseni görmüyor musunuz?
Oradaki "álámet-i farika"nın çok ciddi bir sınıflandırma yansıttığını ve öğrencinin ailevi durumu hakkında gösterge oluşturduğunu fark etmiyor musunuz?
Oysa, vitrindeki etiketine göz atmak dahi kesenizi boşaltmaya yetiyor.
Dolayısıyla, paşazadenin keyfi öyle istedi diye, yumurcağın ilk televizyon klibinde gördüğü "rapçı" potinini almak; bir sonrakiyle diğerini talep ettiğinde de arzuyu yine yerine getirip "Buyur evládım, çorabında paralansın" diyebilmek her babayiğit ebeveynin harcı değil!
TEKİLLİKTE ÇOĞULLUK
Demek ki, eğitim kurumu istediği kadar Cumhuriyet’in "eşitleme üniforması" zorunluluğunu getirsin ve marş istediği kadar "İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kütleyiz" desin, sizin veledin "Peder bey, onları küláhıma anlat" diye kıs kıs gülmesine mahkûmsunuz.
Fakat daha ötesi de var!
Evet var, çünkü yukarıdaki tercihler yalnız sosyal statüyü dışa vurmakla kalmıyor.
Artı, şimdilerde "look" denilen bir hal ve oluş tarzının da sembollerini yansıtıyor.
Oğlunuz herkes gibi lacivert ceket, çizgili kravat ve gri pantolonla evden çıktı ama, kasten lime lime parçaladığı fakat tabii ki markasından caymadığı o pejmürde ayakkabılarla "grunge" bir "look" seçtiğini ve "kurulu düzen"e meydan okuyan bir "isyankár" olduğunu ortaya koyuyor.
Zaten dikkat edin, kravatın düğümünü de asla gömlek yakasına oturtarak bağlamıyor.
Veya tam tersine, üniformanın bordo hırkasını, ekose etekliğini ve siyah mokasenini her zaman pek bir can-ı gönülden giyinen hanım hanımcık kızınız eğer cep telefonunu da "dizayn" modelden seçiyor ve zilini klasik musikiyle "dolduruyorsa", kerimeniz hanımefendi "isyankárlık"tan ziyade daha "glamour" bir tercih yapmıştır.
Cumartesi harçlığını dolgun hazırlayın, Nişantaşı-Teşvikiye-Maçka üçgeni piyasasından sonra gece mutlaka şık ve "in" bir kulüpte dans etmek isteyecektir.
Sosyal statüleri ve çocukluk ve ergenlik varoluşlarını daha ilkokuldan itibaren ortalamada eşitlemek isteyen "Cumhuriyet üniforması"ymış ve de "İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaymış bir kütleymiş", sevsinler!
Baba bana "marka" al, anne beni "sinye" giydir!
Hayır hayır, hiçbir şeyi eleştirmiyorum!
Ne eğitim yönetmeliklerini, ne okul idarelerini, ne tüketim toplumunu, bilhassa da, ne sevgili veletlerimizin "tekillikte çoğulluk" dürtüsünü iğnelemek istiyorum.
Çünkü bu iş her zaman böyle oldu!
Tá aristokrat İngiltere’nin ilk Oxford koleji üniformalarından, tá Cumhuriyetçi Fransa’nın sonraki laik okul üniformalarına, çocuklar daima ve daima o "tekillikte çoğulluk"u dışa vuracak bir yöntem, bir simge, bir "kod" keşfettiler ve de bunu yansıttılar.
Zaten de belki böylesi daha iyi!
Belki de böylesi onların kişilik yaratabilmesi için kaçınılmaz bir gerçeklik oluşturuyor.
Ve ben sabah vakti Galatasaray’dan Tünel’e doğru yürürken, haspa çocuklarımızı "tekilde çoğul" üniformalarıyla çok seviyorum.