ŞEKERLİ mamulátla pek aram yoktur. Kırk yılda bir ve láf olsun kábilinden tadarım.
Ama buna rağmen, artık pek mi safım, yoksa şuur altında canım mı çekti nedir orasını bilemeyeceğim, gazetelerdeki "Lokmacı krizi" manşetini görünce aklıma hemen tatlı geldi.
Hani şu yağda kızartıldıktan sonra şekerlemeye yatırılan ve vefatın elli ikinci gününde dökülüp konu komşuya dağıtılması ádetten sayılan hamur vardır ya, işte onu kastettim.
Eh olur a, belki Kıbrıs’taki ünlü bir lokmacı dükkánı istimlák edilmek isteniyordu da, ağız tadını bilen Adalıların karşı çıkmasından dolayı bir "sosyal şehircilik" krizi patlak verdi.
* * *
SAFTİRİKLİĞİME kitakse, tabii ki öyle değilmiş! Adamakıllı okuyunca anladım.
Meğersem, "Lokmacı" diye anılan mıntıkada çirkin mi çirkin, gudubet mi gudubet ve kitsch mi kitsch bir yaya üstgeçidi mevcutmuş ki, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talát Rumlara karşı diplomatik planda elini nispeten güçlendirebilmek için bunu yıkmak istemiş.
Bizim Genelkurmay ise "Hayır, dokunamazsın! Zaten, senin Anayasa’nın filanca geçici maddesine göre ora hakkında karar vermek yetkisi bana aittir" diye karşı çıkmış.
Anlaşıldı anlaşıldı, "Lokmacı krizi"yle tatsız cins bir lokma boğazda kalıyormuş.
* * *
İMDİİ, düşünün ki KKTC’nin kurulduğu ilk andan beri Türkiye Cumhuriyeti tüm stratejisini o KKTC’nin "bağımsız" (!) olduğunu ispatlamak üzerine inşa etmişti ve ediyor.
Malûm, uluslararası meşruiyet sağlayabilmek için dökülmüş dillerin haddi hesabı yoktur.
Oysa gördük, Ankara’daki "cihed-i askeriye", stratejik veya taktik önem taşıyan bir yeri falan değil, dandik bir yaya geçidinin yıkılmasına dahi "hayır" dedi. "Niet" resti çekti.
Artı, bunu "bağımsız" (!) olduğu varsayılan devletin anayasasındaki "geçici madde"yle irtibatlandırdı ki, o maddenin nasıl böyle "elástikileştirildiği" konusuna hiç girmiyorum.
Üstelik bütün bunlar áleni biçimde ve dünya medyasının gözü önünde gerçekleşti.
* * *
NİTEKİM, Kuzey Lefkoşa lideri "kriz"i çözümlemek amacıyla álelácele başkente gelip Genelkurmay Başkanı’yla görüştüğünde, doğru ya da yanlış orası tartışılabilir ama, her halükarda sorunu ayağa düşürmemek iyiniyetiyle, "konu ele alınmadı" açıklamasını yaptı.
Fakat aynı Genelkurmay Başkanlığı, "hayır, ele alındı" diye bunu derhal yalanladı.
Mehmet Ali Talát küçük düşürülmüş oldu. En azından, anlaşmazlık ayyuka çıktı.
Nihayet ve zaten belki de en vahim gelişme şu noktada odaklandı:
Bütün bunlar olup biterken, Ankara’daki meşru ve seçilmiş iktidar sanki mostralık niyetine orada duruyormuşçasına, "meseleyi kendiniz halledin" diyerek aradan çekiliverdi.
Talát’ı ve "cihet-i askeriye"yi başbaşa bırakarak elini taşın altına sokmaktan korktu.
"Lokmacı krizi" tatlı meselesinden, tam tersine, gayet tatsız olaylardan kaynaklandı.
* * *
ŞİMDİ elinizi vicdanınıza koyun ve mümkün mertebe tarafsız davranarak yanıt verin:
Hadi otuz üç senedir zaten inandıramadığınızı geçelim de, yukarıdaki olaylar bugün medya önünde gerçekleştikten sonra, KKTC’nin "bağımsızlığı"na kimi inandırabilirsiniz?
O "bağımsız" devletin lideri bir üstgeçit yıkımı için dahi anavatan "cihet-i askeriye" sinden icázet istemek zorunda kalıyorsa, üstelik uluorta yalanlanıyorsa, ağzınızla kuş tutsanız ve en usta diplomatlara sahip olsanız dahi, uluslararası arenayı ikna edebilir misiniz?
Yoksa aksine, "hasım Kıbrıslı Türk değil Türkiye’dir" diyen papazın değirmenine su taşır ve onun daha "nazikáne" tezlerine aynı uluslararası arenada çanak mı tutarsınız?
Hele hele, sivil hükümetiniz "kriz" karşısında havaya bakıp ıslık çalıyorsa, "Ankara ’da esas iktidar o ’cihet-i askeriye’nin elindedir" diyen iddiaları çürütebilir misiniz?
Lokma size afiyet olsun ama, bu sorulara tatlısından değil gerçeğinden cevap arayın.