Katalanlara İspanya bünyesinde bir de "millet" (!) kimliği tanıyan ve pazar günü gerçekleşen "genişletilmiş özerklik" referandumu aşağı yukarı bu skorla noktalandı.
İnkárı yok, yukarıdaki oran "evet"i savunanlar açısından büyük bir zafer oluşturuyor.
Dolayısıyla, Barcelona "başkentli" (!) bölge İberya devleti bütününde zaten hanidir mevcut olan "adem-i merkeziyetçi" mekanizmayı bile kendine az gördüğünden, savunma ve dış politika istisnaları hariç, bundan böyle haniyse Madrid’den bağımsız yaşayacak.
Háttá, evrensel ve merkezi Kastilya İspanyolcası, yapay şekilde ve hemen hemen yoktan varedilmiş olan "modern" (!) Katalanca yanında ikinci dil olarak dahi yasaklanacak.
Eh, ne diyeyim?
* * *
NE diyeyim ama, baháne uydurmak için kadı kızında kusur aramak ve ahaliden ancak yarısının sandık başına gittiğini söylemek, en kabadayısı bir züğürt tesellisi olabilir.
Varsayalım ki "evet" oranı biraz daha aşağı inmişti, "öz" hiçbir şekilde değişmez.
Üstelik, pazar günkü halkoylaması tamamen demokratik bir ortamda gerçekleşti.
Bizim "Netekim Paşa"mızın 1982 Anayasası referandumunda yaptığı gibi, "hayır"ın "h"sını dudaklarına getirecek olanın ağzına zehir zakkum Endülüs biberi sürmediler.
BUNU saptarken, ne Ernest Renan’ın "millet" tanımından yola çıkarak Katalonya’daki yeni "ulus" kavramına değineceğim; ne de "şimdi sırada Bask Bölgesi, Galiçya ve Endülüs var ki, yakında İspanya’nın ruhuna fatiha okuyacağız" diyeceğim.
Sadece şunu söyleyeceğim:
İstediği kadar mantık ötesine ve tarih öncesine uzansın, demek ki "kávmiyet";háttá "kabile" ve "klan" dürtüleri insan ruhunda olağanüstü bir yer tutuyor.
Düşünün ki, şu 21. yüzyıl başının "postmodern zamanları"nda dahi "içgüdüsel refleksler" hálá bir "siyaset ideolojisi"ne dönüşebiliyor.
Ve işte hazret kalkıyor, zırvayı hem dünün "modern zamanları"ndaki İspanya "ulus devleti"nin etrafında oluştuğu; hem kendi ahalisinin yarısının ana lisan olarak konuştuğu; hem de o ahalinin yüzde doksan dokuzunun anladığı dili yasaklamak cinnetine vardırıyor.
Üstelik de bunu dünyanın en ücra ve en fukara bir dağında değil, Avrupa uygarlığının Akdeniz kıyısında ve Karun zenginliğin kasiyer makamında yapıyor.
Peki, bu, yine o "modern zamanlar"daki türden bir milliyetçilik mi olmuş oluyor?
* * *
KISMEN evet, çünkü 19. asır milliyetçiliğin de belirli bir "kávmi dürtü" temelinde ve "öteki"ni dışlamak; en azından onu "hazmetmek" ekseninde hayat bulduğu doğrudur.
Ancaak, "makro"su veya "mikro"su; "fakir"i yahut "zengin"i; "ezilmiş"i ya da "şımarık"ıyla, şimdinin "postmodern" milliyetçilikleri dünkünü haniyse mumla aratıyorlar!
Zira, adı üzerinde "modern", yanlışlara ve günáhlara rağmen geçmiştekimilliyetçilik "rasyonel mantık" ve "akılcılık" üzerinde yükselmişti. Hümanist boyut içeriyordu.
Zaten "hazmetmek" fiiliyle "öteki"ni "ben"de "eşitleşmek" azmini kastediyorum.
Nitekim, kendini milliyetçi diye tanımlamış olsa bile Nazizm aslında modernite düşmanı bir "anti-rasyonalizm" geleneğinin uzantısıdır. Akılla ve insanla işi gücü yoktur.
"Öteki"ni "ben" kılmak tasası falan da yoktur, çünkü "öteki"nin varlık hakkı yoktur.
İşte korkarım, bugünün şu meşûm "postmodern zamanlar"ı aynı "anti-mantıkçı" ve aynı "anti-insaniyetçi" rotayı izleyerek aynı tür bir "yeni milliyetçilik" üretiyor ki, Allah her yerde sonumuzu hayır ve Katalonya’da da, Cervantes İspanyolcasınıtekrar serbest eyleye!