Paylaş
Kolestrole de boş vereceğim. Yani demek istiyorum ki, çingene palamudunun mevsimi geçti, palazlanmışının kuru kuruya ızgarası da yavan kaçar.
Dolayısıyla, şöyle takoz dilimlenmiş ve soğanı bol dizilmiş âlâ tavasından arzuladım.
Kabul, deniz kurutulduğu için fiyatlar hâlâ ve hâlâ turfanda fahişiyle seyrediyor ama eh kursak nefsi bu, cüzdanın esaret prangasına itaat eder mi?
* * *
OYSA malûm, evde pişirmek büyük angarya! Yukarıdan aşağı öyle bir koku sinecek ki, bilmem kaç gün sanki döşekte değil de balık hali tablasında yatıp kalkacağız.
Artı, her halde İstanbulluluğumu, geçen mevsim dondurulmuş ne idüğü belirsiz bir balığı, marketin sterilize reyonundan alacak kadar ayağa düşürmedim. Allah yazdıysa bozsun!
Seçmem için ya Beyoğlu, ya Beşiktaş, ya da Karaköy pazarına uzanmak gerekecek.
Dolayısıyla, tamam bu sonuncusuna gidelim ama, lokantasına gidelim dedim.
Hayır, leb-i derya şıkıdımları veya köprüde turist avlayanları kastetmedim. Perşembe pazarının Haliç cihetine bakan salaşlar var ya, hem tazesi yeniyor, hem de hesap el yakmıyor.
Refakatçime kaldırımların ve şosenin içler acısı durumunu hatırlatıp, topuklu iskarpin değil de rahat pabuç giymesini söyledim. Aşağı inip, kemal-i afiyetle palamut taam edeceğiz.
Kestirmedir diye de İtalyan yokuşu yerine, Karabaş’a çıkan sokakları kullanacağız.
* * *
FAKAT o ne! Bir sokak aralığından Sultan Ahmet seçiliyordu ve mahyaları yanmıştı.
İki minare arasında kocca bir “ordumuza şükran borçluyuz” ibaresi yazılmıştı.
Hayırdır inşaallah! Bu nereden çıktı? Neden icap etti? Durup dururken, ibadethanede dahi orduya müteşekkir olmamız gerektiğinin hatırlatılmasına kim, nasıl ve niçin karar verdi?
Yoksa, aman iyi saatte olsunlar, genelde şafak vakti ve Harbiye Marşı’yla başlayan ve sayısını çoktan unuttuğum darbeler erken saate mi alındı? “Müjde”si (!) akşam ezanıyla mı verilir oldu?Yoksa, ben duymadımsa da acep müezzin efendi demin şerefeden ilân mı etti?
Şu an bulunduğum yerden seçilmiyor ama, diğer camilere de “hoşgeldin onbir ayın sultanı” yerine “hoşgeldin bin kışlanın bir süngüsü” cinsi mahyalar asılmadığı ne malûm?
Allah’tan, koşa koşa indiğimiz Boğazkesen Caddesi’nde bir kahve televizyonu açıktı.
Darbe marbe olmadığını anlayıp ferahladım ama, tabii artık iştah miştah kalmadı.
* * *
NASIL kalsın ki? Karşıda o “orduya şükran” şiarı, öteki camilerde ise diğer “resmi ideoloji” mahyaları, ne denli taze ve lezzetli olursa olsun, palamut kursağımdan geçmiyor.
Oysa daha dün değil miydi ki, arabayı atın kasten önüne koşarak “güçlü ordu, güçlü ülke” sloganını empoze etmeye kalkışan militarist ruhu tartışıyor ve eleştiriyorduk?
Ve bizatihi şu an; bugün; hal-i hazırda; gündemin ilk maddesine “demokratik açılım”ı oturtarak Türkiye’nin sivilleşmesi konusuna harıl harıl kafa yormuyor muyuz?
Ama işte görünmez bir el ve denetlenemez bir kudret konjonktüre ve momentuma meydan okuyarak; artı ibadethaneleri dahi kullanarak işi, yukarıdaki “resmi ideoloji”nin “ötekiler”i en inciten en kaba ve en hoyrat amentüleriyle mahya yakmaya vardırıyor.
Hem alay ediyor, hem de ülkenin hep onun rotasını izlemesi için ısrar ve inat ediyor.
EDİYOR ama biline! Biline ki bu cins “mahya palamudu”nun mevsimi çoktan geçti.
Bırakın tava veya ızgarasını, bayatlığı anlaşılmasın diye silme baharat boca edilen yeni moda pilakinin tadına dahi, bir nebze gırtlak taamı olan hiç kimse bakmıyor. Bakmayacak da!
Çünkü bu buzhane palamudu çoktan koktu ve bu “resmi kandil” çoktan bitti.
Dolayısıyla, kayık tabaktaki havuç süslemeli balık pilakisi ve minare aralığındaki sopa göstermeli camii mahyası artık ne lokantaya müşteri, ne de vaaza cemaat çekmeye yetiyor.
Düzeltme: Dünkü yazımda 30 Nisan 1919 tarihi 1914 olarak çıkmıştır, düzeltir özür dilerim.
Paylaş