NOSTALJİYA tangoları ve Dario Moreno "ça-ça"ları hariç, ne "l"sini, ne de "a" sını bildiğimiz o upuzak Latin Amerika’nın Türkiye’de güncelleşmesi atmışlı yıllara uzanır.
Bu, "sol yükseliş"e (!) paralel bir seyir izledi. Artı, dünya aktüalitesine uygun düştü.
Taklit parka ve özenti postal yetmezmiş gibi, yok Castro’nun Küba’ya çıktığı "Granma" yatı; yok Che’nin Bolivya’da tuttuğu "Gerilla Günlüğü"; yok Marighella’nın satıra döktüğü "anti foko" teorisi; "cinnet yılları"yla birlikte Güney Amerika uzmanı kesildik.
Ha gayret, Cervantes’in klasik Kastilya İspanyolcasını bile, tam o sıralarda Nobel edebiyat ödülünü almış olan Asturias’ın Guatemala şivesiyle konuşacağız.
* * *
ANCAK, şimdi "akıl çağı"nın olgunluk ve deneyiyle geçmişe mesafeyle baktığımda, belki normal sayılabilecek yukarıdaki "heyecan ve hezeyanlar"ın ötesinde şunu saptıyorum:
Eğer Latin Amerika’daki "sol" (!) kisveli fikir ve hareketler, belki de başka kıtaların hiçbir ülkesinde olmadığı ölçüde Türkiye’yi etkileyebildiyse, bu, tesadûfi bir şey değildir!
Çünkü, tarihi süreç ne denli farklı seyir izlemiş olursa olsun, her iki taraf toplumlarının "zihin şeması" esas itibariyle birbirlerine çok benzer bir paralellik arzediyor.
Hem otoritarizmin ve militarizmin sivil oluşumlara balta vurması; hem de popülizmle harmanlanmış ve "öteki" öcüsüyle beslenmiş "devlet milliyetçilik"lerinin ideolojik payanda atması, Güney Amerika toplumlarıyla Türkiye toplumu arasında köprü oluşturuyor.
Geç sanayileşme ve lumpen şehirleşmeyi de sosyo-ekonomik boyut olarak ekleyin.
* * *
NİTEKİM, o "cinnet yılları"na bugün yine mesafeyle baktığımızda, kendilerini istediği kadar "kızıl komünist" diye tanımlamış olsunlar, gerek Yeni Dünya’nın güneyindeki; gerekse Türkiye’deki "sol" (!) öz itibariyle daima "milliyetçi" nitelik arzetti.
Orada ve burada, hep "içe kapanış" ve hep "ötekinden kaçış" ruhiyatı işlendi.
Ve, bu "Türko-Latin" paralellik şimdi de "ulusalcı" şamatada aynı seyri izliyor.
* * *
PAZAR günü Peru’da gerçekleşen başkanlık seçimini, ora "ulusalcı" adayı Ollanta Humala’ya karşı, iktidar sicili pek temizdeğilse bile, sosyal demokrat Alan Garcia kazandı.
Düne kadar adı sanı meçhul bir asker olan bu Humala’yı destekleyen, hatta lanse eden kişi ise, yeni "Latin ulusalcılık"ının ağababası durumundaki Venezüella lideri Chavez oldu.
O demagog Hugo Chavez ki, şansı yaver gidip petrol fiyatları ikiye katlandığı için bir yandan "anti-Amerikanizm" eksenindeki "milliyetçi popülizm"ini sürdürebiliyor; diğer yandan da, Peru’daki gibi, komşularına "devrim" (!) ihraç etmeye kalkışıyor.
Nitekim, Lima başkentli ülkede gerçekleştiremedi ama Bolivya’da başarıya ulaştı ve kendi dümen suyundaki Evo Morales’in ilk işi petrol şirketlerini "millileştirmek" (!) oldu.
Ancak, La Paz "ulusalcısı"nın el koyduğu esas firma, yine bir sosyal demokrat olan Luiz da Silva yönetimindeki Brezilya devletine aitti ki, işte oradan itibaren artık ipler koptu.
Silva ve Şili’nin sosyalist önderi Michelle Bachelet bu sahte "sol"la kendileri arasına kırmızı çizgi çektiler ki, Garcia’nın son Peruzaferi de söz konusu iki yetkin sosyal demokrat liderlerin "Latin ulusalcılık" şarlatanlığına "yetti" demiş olmasından bağımsız düşünülemez.
* * *
İMDİİ,tamam anladık, Büyük Kemal’i gerillacı Guevera’la yanyana koymaya cüret eden ve Chavez demagogu gibi, "sol"u "öteki"ne nefretle özleştiren "ulusalcı"larımız var!
Sayelerinde Latin Amerika’yla ortaklığı hála sürdürüyoruz. Ama, diğerleri neredeler?
Brezilya’nın Silva’sı, Şili’nin Bachelet’si, Peru’nun Garcia’sı gibi, "ulusalcı" safsata ve provokasyonlara "yetti" diyecek sosyal demokratlarımız hangi siyaset sahnesindeler?
İşte galiba, Latin Amerika’nın sivilliği burada bize ağır basıyor ki, paralellik bitiyor.