‘AB'yi istemezük’ bildirisine ortak imza atan ‘‘sağ’’ ve ‘‘sol’’ ‘‘şahsiyetlerimizden’’ yola çıkarak dün bu sütunda sözünü ettiğim ‘‘nasyonal cumhuriyetçilik’’ tabii ki ne yalnız Türkiye'ye, ne de onun ilk kez ‘‘ideolojileştirildiği’’ Fransa'ya özgü.
Demokrasiye karşı cumhuriyeti; yurttaşa karşı devleti; evrenselliğe karşı yerelliği; liberalizme karşı da müdaheleciliği eksen alan‘‘fikriyat’’ hemen her ülkede mevcut.
Dolayısıyla, ‘‘globalleşmeyi’’ reddetse dahi aslında bizzat kendisi globallik arzediyor.
Nitekim, her ne kadar tanıma tıpatıp uymasalar da ‘‘anti küreselleşmeci’’ tantanalardagörüyoruz, tamamen yamalı bohça olan yetmiş yedi milletten cazgır aynı sloganları bağırıyor.
Başka bir deyişle, eski Marksizan terimle söylersek, başındaki ‘‘nasyonal’’ terimine rağmen‘‘yeni’’ ideoloji aslında yeni bir‘‘enternasyonal’’ olarak ortaya çıkıyor.
* * *
SONRA yine Fransa'ya dönelim, çünkü hem deyimin vaftiz babasının Parisli ‘‘entellokrat’’ Regis Debray olmasından; hem de malum, ‘‘İhtilal-i Kebir’’deki giyotinli ‘‘jakobenlik’’ şampiyonu Robespierre'nin aynı milliyeti taşımasından, ‘‘nasyonal cumhuriyetçilik’’ en derli toplu biçimde burada ‘‘fikrileşti’’ ve kurumsal yapıyla donatıldı.
‘‘Gel, ne olursan gel, yeter ki çağdaşlık trendlerine ‘anti' ol’’ diyerek etrafına adam toplamaya çalışan Jean Pierre Chevenement adındaki muhterem bu işin başını çekiyor.
Tamam, hazretin sözümona ‘‘sol’’ yaftası varama, aşırı sağ lider Jean Marie Le Pen’in fi tarihinde ‘‘baş kurmayı’’ olduğu ve faşizan bir korporatizmin savunucusu gedikli dinozor Pierre Poujade'den, apoletlerinde Cezayirlilerin kanı bulunan tekavüt generallere kadar, hiç de ‘‘sol’’ addedilemeyecek şahıslardan destek alıyor ve onlarla birleşiyor.
Bu, size, bizdeki ‘‘AB'yi istemezük’’ bildirisinin altındaki imzaları hatırlatmıyor mu?
* * *
TABİİ ki öyle! ‘‘Nasyonal cumhuriyetçi’’ yeni ‘‘enternasyonal’’, adı üstünde, Fransa'da, Türkiye'de veya Patagonya'da, yeni bir saflaşmanın tezahürüdür.
Başta dediğim dediğim gibi, demokrasi - cumhuriyet; yurttaş - devlet; evrensellik - yerellik; liberallik - müdahalecilik çelişkileri dayattığı an tercihlerini hep ikincilerden yana yapanlar açısından, eski tür ‘‘sağ’’ ve ‘‘sol’’ kavramlarının artık kıymet-ı harbiyesi yoktur.
Burada belirleyicilik taşıyan nokta, giderek aşınmakta olan ulus devleti can havliyle sahiplenmek ve bu sahiplenmeyi otoriter, gerekirse totaliter yöntemlerle fiiliyata geçirmektir.
Marsist veya Marksizan ‘sol’la, faşist veya faşizan ‘sağ’ arasında zaten daima çok ciddi benzerlikler olmuş olduğu göz önüne alınırsa da, bunda hayret edilecek bir şey yoktur.
Zaten, zahir ‘‘AB'yi istemezük’’çülerimiz üzerlerine ajan provokatörlük pisliği bulaşmasın diye ‘‘Karanlıkçı’’ Maoculara kasten imza attırmamışlar ama, binde sıfır virgül küsüratlık sayı itibariyle değil ‘‘derin egemenlerin’’ kendilerine tevdi ettiği tetikçi misyon itibariyle, onlar bugün Türkiye'de sahte ‘‘sol’’ kimlikli esas faşist odağı oluşturmuyor mu?
Suç teşkil eden bir ırkçılığa varmış şovenizmde, entipüften ayrıntılar hariç,bilimum ‘‘nasyonal cumhuriyetçiler’’ aynı ‘‘öteki’’ düşmanı nutukta birleşmiyor muydu?
* * *
‘‘ÖTEKİ.’’ İşte bütün sorun burada!
O ''öteki'' ki, ona karşı duyulan nefret, düşmanlık ve dışlamanın ardında, esas olarak, kendi benliğimizde hüküm süren bilinçaltı bir korku yatmaktadır.
Türkiye gibi, travmatik ‘‘Sevr kompleksi’’nin hala aşılamadığı ve geç milliyetçiliğin önemli ölçüde etkisini koruduğu bir ülkede ise bu korku daha da derinlik kazanır.
Dolayısıyla, ‘‘AB'yi istemezük’’ bildirisini aslında hem bir ‘‘zamanı ve hayatı durdurmak’’ projesi, hem de bir ‘‘korku manifestosu’’ olarak okumak gerekmektedir.
Ancak, zaman ve hayat hep yeniyle akar; korkunun ise ecele faydası yoktur!