Paylaş
Meğer bana et yemeyi, diş fırçalamayı ve üniversiteye gitmeyi yasaklayan ‘Emre Yoldaş’, benim de rahle-i tedrisinden geçtiğim papaz mektebinin eski ve en başarılı öğrencilerinden birisidir. İyi aileye mensup İstanbul çocuğudur. Alaturka-alafranga bir viyolonselistir. Okuldaki lakabı ‘kemani’dir.
BÖYLE kıvrak bir zeka kıvılcımını ancak, şükür benim de etiketiyle iftihar ettiğim ‘dönekler’ tutuşturabilir, eski Fransız Maocuların Liberation gazetesi büyük viyolonselist ve dost hümanist Yehudi Menuhin ölümü ertesinde tam sayfa, ‘Menuhin Stradivarius’ün Yanına Gitti' manşetini attı. Bütün zamanların en usta keman yapımcısı Antonio Stradivari'yi çağrıştırarak 20. yüzyıl dahisini, onun kullandığı enstrümanı üreten 17. yüzyıl dahisiyle özdeşleştirdi.
‘Dönek’, keman, hümanizma, bunlar da beni çok eski bir olaya götürdü.
Mukaddesatım üzerine yemin ederim ki anlattıklarımda tek kelime yalan yok.
* * *
12 1971 Mart darbesinden sonraydı ve ben kirişi Brüksel'e kırmıştım.
Gündüz garsonluk yapıyor, akşam üniversiteye gidiyor, geceleri de sathı yirmi metre karelik bir çatı odasında yatıyordum. Ama hayatımdan memnundum.
Hem daha sonra karım olacak kızla aşıkane yaşıyordum, hem de başımın belaya girmesine sebep ideolojiyle köprüleri tam atmamış olsam bile Türkiye' deyken bu ideolojiyle mevcut olan organik bağlarımı burada tekrar kurmuyordum.
Ötesi, bir yandan Bakunin okuyarak anarşizan nutuklar atıyor, diğer yandan da uzun sakal ve ‘afro’ saç, ‘liberal’ sapkınlıklara temennah çakıyordum.
Ne var ki ailenin ve papaz mektebinin aşıladığı günah bilinci; henüz yirmi yaşıma rağmen arkamdaki ‘Bolşevik tecrübe’ ve ‘Le Monde’de okuduğum cuntanın idam sehpası haberleri bu izafi mutluluktan suçluluk duymamı getiriyordu.
Dolayısıyla, Almanya'da bir adrese yazarak yeniden örgütsel temas istedim.
* * *
HİÇ unutmuyorum, güneşli bir pazar günüydü ve çatı odamın zili çaldı.
‘Gurbetçi köylü’ edası takınmış birisi kendini ‘Emre’ olarak tanıttı. İlk sözü de saç ve sakalımı kastederek ‘bu hal ne’ oldu. İlk fırsatta kırpıldım.
Kuytuda yattığım için fırça yedikten sonra et yemeceğimi öğrendim. Yoldaş komut bekleyeceğimi ve gideceğim yerde pirzola değil ot tıkınacağımı bildirdi.
Ardından tasarruf amacıyla cigarayı, şehirli adetidir diye diş fırçalamayı ve ‘Başkan Mao devrim mektebi mezunur’ gerekçesiyle üniversiteyi yasakladı.
Üstelik, yine şartlara alışalım diye başka bir uygulama getirdi. Artık o yerdeki tahta zeminde, ben de demir somyada yatıyorz. Canım şilte ise duvara dayanmış bize bakıyor... Brüksel ovasında Çemişgezek dağı talimini yapıyoruz !
Harıl harıl ‘Kızıl Kitap’ ezberliyorum ki etrafımda ena yi hücresi kurayım.
* * *
O sıralar Çin'le Arnavutluk aşk yaşıyor ve emir yüksek yerden, tabii ki biz de Enver Hoca rezilinin ülkesini ‘sosyalizmin Avrupa’daki feneri' diye yere göğe sığdıramıyoruz... Dolayısıyla, ‘Emre Yoldaş’ benim fakirhaneye demir attığında Tiran Radyosunun yabancı dilden böğürtülerini Türkçeye çeviriyor.
Sevgilim büyükbabasından miras hurda bir daktilo vermişti, yayın saatinde ‘Yoldaş’ onun başına oturuyor ve arzuhalci yanında halt etmiş, takır takır on parmak, söyleneni Fransızcadan Türkçeye aktarıyor. Ama tam yetiştiremiyor.
O zaman, propaganda anırtıları zaten hep aynı metni tekrarladığından kalan yeri ya İngilizce yayından ya da İspanyolca neşriyattan tamamlıyor.
Şüphe yok, ‘Emre Yoldaş’ en az üç lisan biliyor. Artı, madencileri kafa kola almak için kömür ocaklarına gittiğimizde konuşurken gördüm, İtalyancayı da deviriyor. Yine artı, Almanya'dan geliyor demek ki Goethe'yi de söküyor.
Breh, breh, breh, böyle ‘poliglot’ bir ‘köylü gurbetçi’ye can kurban !
Üstelik, onun evde kalarak benim dışarı çıktığım bir gün, geri döndüğümde, sesi çok açılmış radyodan delicesine klasik müzik dinlediğini duydum.
Mevcudiyetimi spiker ‘Mendelssohn’un 2. numaralı keman konçertosunu Yehudi Menuhin icra etti' dediğinde farketti ve ibreyi hemen Arnavut cinnete çevirdi.
Bu ‘Emre Yoldaş’ da bir gariplik var ama Bolşevik ‘konspirasyon’u unutarak ona gerçek kimliğini soraman. Zaten sorsam bile ‘polis misin’ diye tersler.
* * *
ARADAN bir süre geçti ve Almanya'dan ‘esas parti komiseri’ geldi.
Yoldaş lafını kullanmadan artık Emre ilişkim kalmadığını tebliğ etti.
Lütuf buyurdu ve ‘farketmişsindir, o burjuva unsurdu. Proleterleşmesi için Köln’de ameleliğe yolladık. İki hafta dayanamayıp kaçtı' açıklamasını getirdi.
‘Emre Yoldaş’ı bir daha hiç görmedim.
* * *
BENİM de ‘cinnet yılları’ndan ‘kaçmamdan’ ve ‘dönekliğe’ kavuşmamdan çok sonraydı ki, bir gün tesadüf eseri ‘Emre Yoldaş’ın gerçek kimliğini öğrendim.
Meğer bana et yemeyi, diş fırçalamayı ve üniversiteye gitmeyi yasaklayıp, kendi mazoşitliğini Brüksel'in ortasında kuru tahta üzerinde yatmaya vardıran ‘Emre Yoldaş’, benim de rahle-i tedrisinden geçtiğim papaz mektebinin eski ve en başarılı öğrencilerinden birisidir. İyi aileye mensup İstanbul çocuğudur.
Sonra İsviçre'nin İtalyan tıbbiyesinde okuyarak hekim diploması almıştır.
Eğitim ve aidiyet itibariyle pek çok yabancı dile birinci derece vakıftır.
Ve ‘Emre Yoldaş’ın bu yazı içindeki en önemli özelliği de şudur ki, kendisi alaturka-alafranga bir viyolonselistir. Okuldaki lakabı ‘kemani’dir.
Antonio Stradivari'nin enstrümanını çocuk yaştan beri çalmaktadır.
İşte, ‘Emre Yoldaş’ fırsat bulduğu an Tiran Radyosunun korkunç yalanları yerine Yehudi Menuhin'in keman konçertosunu bunun için gizliden dinlemiştir.
‘Kemani Emre Yoldaş’ bizim kuşağımızın günahı ve sevabı; cinneti ve hümanizması; göbek havası ve konçertosudur.
Paylaş