Kızıma ve onun sevgilisiyle sürdürdüğü ilişkilere bakıyorum da, benimkilerden, bizimkilerden çok daha muhafazakar.
Büyük oğlum ise yeni yeni çıkmaya başladığı o cici kıza karşı benim asla tahayyül ve cesaret edemeyeceğim derecede maço.
YARIN 8 Mart ‘Dünya Kadınlar Günü’ ya, içimden bu konuda yazmak geçti.
Şunu söyleyeyim ki, kendimle övünmek gibi olmasın ama ben kadın mücadelesinin ilk öncüleri arasında sayılırım.
Daha otuz küsur yıl önce, boşanma hakkından kürtaj serbestisine, karşı cinsin özgürlüğünü savunmak için yapılan gösterilerin en ön safında yürüyordum.
Aynasızlarla kaldırım taşı muharebem dahi vardır.
Üstelik, ataerkil şartlanma ve önyargılarımı iradeci biçimde kırmaya çalışarak, ‘imamın dediğini yap, yaptığını yapma’ türü ikircikli bir tutum takınmadan, teoriyi pratiğe uygulamakta da tereddüde düşmedim.
*
MAHREM ayrıntıya girecek değilim, fakat bazen çok çok acılar verdirse dahi, kendimin kadınlarla olan ilişkisinde de radikal bir dönüşüm yaşadım. Maçoluğu, mizojinizmi, pederşahiliği defterimden tümüyle sildim.
Hatta, özgürleşme beklentisi olmayan ve böyle bir talebe hoş bakmayan kadınları ya değersiz addettim; ya da onları bu talebe zorladım.
Özetlersem, ergenlik çağımdan itibaren erkek bir feminist olarak yaşadım.
Peki, bütün bunlar karşısında bugün neredeyim?
*
DAHA mesafeli bir yerdeyim!
Ancak işin garibi şu ki, o mesafe artık sadece teorik kalıyor.
Pratikte ise, benliğime yerleştirmiş olduğum kadıncılıkhanidir ve hanidir bende öylesine kökleşti ki, yukarıdaki yaklaşımımı şimdi aşırı, hatta saçma ve gülünç bulsam dahi, hiçbir şekilde geriye dönemiyorum.
Başka bir deyişle, kadın özgürlüğünün erkek esiriyim!
İşte anti konformist tabir edilen cinsten ve kurallara aykırı bir hayat; işte mukaveleleri reddeden şu kadar farklı ilişkiden şu kadar farklı çocuk; ve bir kadına bağlanmak taahhüdünden ilelebet kaçış.
*
BUNDAN ne kadınları, ne de kadın özgürleşmesini sorumlu tutuyorum.
Ancak şu bir gerçek ki, eskiyi ve yerleşiği yıkan her ihtilalin ve her dönüşümün dinamiğinde olduğu gibi, zaten özünde 1968 isyanının bir uzantısını oluşturan feminist hareketlenmede de, vur deyince öldürdük.
Bir erkek olarak da burada kendimi hadım edilmiş hissediyorum.
Hayır hayır, cinsellik bab’ını kastetmedim.
Kadınları fethetmek ve ötesini getirebilmek konusunda bir çekingenliğim, bir korkum, bir endişem, bir tutukluğum falan yok.
Aksine, özgürleşme sürecini tüm basamaklarıyla yaşadığım için, amiyane tabirle yırtık derecede komplekssiz, hatta cüretkar olduğum bile söylenebilir.
Peki ama ötesi?
Taahhüt altına girmekten kaçış ruhi bir hadımlanmadan kaynaklanmıyor mu?
*
EVET ondan kaynaklanıyor!
Velev ki bazen terazinin kefeleri tam eşit değilmiş gibi gözüküyor olsun, kadın erkek ozmosundaki genel doğallıkları, spontane oluşumları, ‘modus vivendi’ denilen türden dengeleri reddeden; daha doğrusu, bunlar kitaba uymadığı için böyle durumlar önünde suçluluk duyan bir ruh hali, hadım edilmişliğin ta kendisidir!
Bu, kadın ve erkek benim kuşağımın, en azından militan biçimde feminist öncüler arasında yer almış olanların halen de yaşadığı bir vakıayı oluşturuyor.
Nitekim kızıma ve onun hanidir sevgilisiyle sürdürdüğü ilişkilere bakıyorum da, benimkilerden, bizimkilerden çok daha muhafazakar bir izlenim uyandırıyor.
Büyük oğlum ise yeni yeni çıkmaya başladığı o cici kıza karşı benim asla tahayyül ve cesaret edemeyeceğim derecede maço davranıyor. Zavallıcığın bunu nasıl kabullendiğine ve keratanın suratına kapıyı çarpmadığına şaşırıyorum.
Fakat her iki taraf da çok memnun ve çok uyumlu gözüküyorlar.
*
ANCAK, bizim büyüklüğümüz şu ki, eğer kuşağım kadın özgürleşmesinde böylesine radikal adımlar atmasaydı, onlar bunu tutturmakta çok zorlanacaklardı.
Dolayısıyla, çocuklarımız, annelerinin ve babalarının dengesizliği sayesinde 8 Mart ‘Dünya Kadınlar Günü’nü dahadengeli yaşıyorlar ki, kendimi hadım edilmiş hissetsem dahi, onlar orada olduklarına göre, demek ki değilmişim.