Ve, gözyaşlarının hep aynı miktarda aktığına inanarak, 1945 Berlin’inde yaşadığı korkunç kábusa rağmen hayatın meçhûl ve şaşırtıcı macerasına dört elle sarılmış olan büyük, çok büyük, çok müstesná, çok metánetli, çok iffetli kadın Marta Hillers’in tek bir adı var: Kadın! Kadını k-a-d-ı-n kılan, kılmış olan ve kılacak olan kadın!
Evet var ve Marta Hillers!
1911’de doğmuş ve 2001 yılında da ölmüş.
Anladınız, geçen pazar burada sözünü ettiğim o "isimsiz kadın"ı kastediyorum.
Hani şu, Kızıl Ordu 2. Savaşın nihayetine doğru Alman başkentini işgale başladığında, sonsuz sayıdaki diğer hemcinsi gibi, muzaffer askerler tarafından defalarca ve defalarca hayasız biçimde tecávüze uğrayan ve 20 Nisan 1945-22 Haziran 1945 tarihleri arasında tuttuğu günlük de imzásız olarak "Berlin’de Bir Kadın" başlığıyla kitap haline getirilen kahraman kadın, metánetli kadın, iffetli var ya, işte onun adı yukarıdaki gibiymiş. Yeni öğrendik.
Yeni öğrendik, çünkü uzun hikáye ve burada fazla ayrıntısına girmeyeceğim.
Ancak şu kadarını söyleyeyim ki, aslında kitap çok önceleri İngiltere ve ABD’de ve yine isimsiz yayınlanmıştı. Hatta, hatırladığım kadarıyla Türkçeye bile çevrilmişti.
Fakat dönem "soğuk savaş" yılları ya, kendi anavatanının okur yazarları dahil, "ilkel anti-komünist propaganda" (!) diyekimse yüzüne bakmamıştı. Derhal tu kaka edilmişti.
Hele hele, aynı komünizmle "yol arkadaşlığına" soyunmuş "sol intelligentsia" o her zamanki çokbilmişliğiyle, "Atma Recep, din kardeşiyiz" havalarıyla burun kıvırmıştı.
BÜYÜK PATIRTI KOPARDI
"Berlin’de Bir Kadın"ın bugünkü güncelliğini kazanması ve gerçekliğinin kesin saptanması beş yıl öncesine, yani Almanya’da tekrar basılmasına uzanıyor.
Çünkü, ancak yazarın ölümünden sonradır ki, 20 Nisan-22 Haziran 1945 kábusuna ilişkin defteri teslim ettiği şahıs onun vasiyeti uyarınca ve yine ad zikredilmemesi kaydıyla, el yazmalarının kitap haline getirilmesini istedi.
Eser Federal Cumhuriyet’te büyük patırtı kopartıp Cermen milletinin kendi yakın tarihiyle nihayet yüzleşmesinde ciddi bir unsur oluşturunca da, haniyse hafiye araştırmaları ertesinde, gün be gün not tutmuş kişinin yukarıdaki Marta Hillers olduğu ortaya çıktı.
Böylelikle de, iyi aileden inen; farklı yabancı diller bilen; ilk gençliğinde komünizme yakın duran; Sovyetler Birliği dahil Avrupa’nın çeşitli ülkelerini dolaşan; gazetecilikle iştigal eden ve inanılmaz içtenlikteki sayfalar okunduğu takdirde gerçek entelektüel kimliğiyle pırıldayan bu büyük, çok büyük insanın "adı olan kadın" olduğu anlaşıldı.
Burada, Hillers’in acılar defterinden tek bir bölüm aktaracağım.
Alman kadınlarını "teselli dişisi" olarak kullanan Kızıl Ordu askerleri mahalleyi şimdilik terk ettiği için ortalık az biraz yatışmıştır ve Marta Hillers 13 Mayıs 1945 pazar günü, hem "varta"nın (!), hem de hayatının bilançosunu çıkartmaktadır.
GÖZYAŞLARININ MİKTARIHEP AYNI KALIR
"Biraçıdan iyi sayılırım. Sıhhatim ve formum yerinde. Fiziki aráz gözükmüyor.
Sanki suda yüzmeye muktedir paletli ayaklara sahipmişim gibi; sanki dokularım bilhassa esnek ve kayışmış gibi, hayata karşı zırhla donandığım hissine kapılıyorum.
Büyükannem gübre taşırmış, eh ben de çıtkırıldım değilim.
Ama öte yandan, sırf olumsuz işaretler görüyorum. (?)
Ve durmadan, mutlu dünya projelerine karşı savunduğum şu söz aklıma geliyor:
Gözyaşlarının miktarı hep aynı kalır!
Peşi sıra gidilen formül ve sancaklar ne olursa olsun; inanılan farklı tanrılar veya satın alma gücü ne olursa olsun, gözyaşlarının, acıların, huzursuzların toplam bedeli, herkesin varoluş için ödemek zorunda olduğu aynı fiyata tekabül ediyor. Değişmiyor.
Şımartılmış insan grupları bunalıma ve bıkkınlığa sürükleniyorlar.
Şimdi bizim gibi kaderin eleme gark ettiği insanlar ise kendilerine zırhlandırıyor.
Oysa, onlar ne kadar az ağlıyorsa, ben de o kadar az ağlıyorum.
Bütün bunların da tek bir kuralı var:
Kim ki dünyevi gözyaşlarında miktarın aynı kaldığına inanıyor; kim ki o dünyayı değiştirmek tasasından uzak duruyor ve şiddete meyletmek gibi eğilimini taşımıyor, işte o işin üstesinden gelebilir" (...)
"Oysa, hayatın meçhûl ve şaşırtıcı macerası beni hiç durmadan dürtüklemeye devam ediyor.
Ve eğer ona dahil olmayı sürdürüyorsam, hem herhalde meraktan; hem de çünkü nefes almaktan ve uzûvlarımın sağlam durduğunu hissetmekten haz alıyorum."