TOPRAĞI bol olsun, daha üç - beş yıl önce ve 102 yaşında ölen dev Alman yazar Ernst Jünger, eski Prusya "sağ"ının "muhafazakár devrimci" kanadında mensuptu.
Háttá bir ara "nasyonal bolşevik" denilen kesimle de flört etmişti.
Ancak hemen ekleyeyim ki, sonsuz büyük onurudur, Nazizmle asla uzlaşmadı.
* * *
İŞTE o Jünger ilk edebi şöhretini, en ön cephedeve "namlu ağzı" olarak katıldığı; defalarca yaralandığı ve sayısız madalyayla ödüllendirildiği 1. Harp sayesinde edinmiştir.
Deneylerini "Çelik Fırtınaları" ve "Ateş Ve Kan" adlarını taşıyan iki otobiyografik kitapta kağıda dökmüştür ki, modern Cermen edebiyatının başyapıtları arasında yer alırlar.
Ama Ernst Jünger, yine bizzat yaşadıkları dehşet tecrübelerden sonra artık savaşkár ruhu tamamen reddeden pek çok çağdaşının aksine, muharebelerden bileylenmiş olarak çıktı.
Örneğin, "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" romanıyla şiddet "defteri kapatan" diğer dev Alman yazar Erich Maria Remarque’nin tam tersine, yukarıdaki eserlerinde cengáverliği, kahramanlığı, fedakárlığı, háttá şövalyeliği hád safhada kutsadı.
Artı, her iki otobiyografinin de geri planında daima "şiddetin estetiği" temasını işledi
* * *
SONRA Alman yazar, bu defa "Savaş Ve Muharipler" başlığı altında kaleme aldığıdenemede, yukarıdaki kitapların romanesk içeriğini eni konu teorize etti. Felsefiyatla donattı.
Zaten çoktandır faşizmle gerdeğe girmiş İtalyan "fütüristler"e benzer biçimde, bizzat kendi "estetik dinamikler"inden ötürü, "modern şiddet"in insanı cezbettiği tezini işledi.
Böyle bir "içsel tecrübe"nin bireyi olgunlaştırdığını ve "özgürleştirdiğini" kaydetti.
Modern şiddetle de, ilk kez 1. Harp’te uygulanan ve şu kadar yüz kilometre menzile gülle fırlatan "Şişman Bertha" toplarından; askerlerin zehirli gazlara karşı taktığı maskelere, sanayi toplumunun topyekûn yarattığı ve ürettiği "teknik savaş" yöntemlerini kastediyordu.
Dolayısıyla, durumu "yeni uygarlık" diye tanımlayan Jünger o savaşa metafizik, háttá mitolojik bir boyut kattı. Böylesine "maddi" bir uygarlığın ancak böylesine "manevi" bir savaşla aşılabileceğini ve bunun da insanı "içsel kurtuluş"a ulaştırdığını kaydetti.
Diyelim ki, zaten daima estetik boyutla donatılan Yunani efsanelerin, Japon şogunların Töton şövalyelerin, Moğol cengáverlerin o "asil savaş kültürü"nü "modernize etmiş" oldu.
* * *
EĞER burada láfı Ernst Jünger felsefesiyle uzattıysam, tabii ki asla onun irádi tercihlerine değil ama, yapmış olduğu saptamaların bir çoğuna katıldığımdandır.
Çünkü, evet ve de eyvah, savaşın daima bir "estetik cázibesi" oldu. Hálá da var!
Artı, yine eyvah, o "içsel kurtuluş" dürtüsü de daima hüküm sürdü. Hálá da sürüyor!
Zaten o "dayanılmaz cazibe" değil midir ki, örneğin vurdulu kırdılı filmleri her yerde böylesine rağbetkár kılıyor. Kahramanlık romanlarını böylesine çok sattırtıyor.
Daha beteri, yine aynı "dayanılmaz cazibe" değil midir ki yine her yerde kitleleri hámaset edebiyatıyla sokağa döküyor. Onları hayáli ve fiili savaşlar uğruna seferber ediyor.
Üstelik de şimdilerde, 1. Harp’in artık çok köhne ve çok ilkel kalan "modern şiddet" tekniği falan değil, 21. Yüzyılın "postmodern şiddet" teknolojisi hüküm sürüyor.
Rambo komandolar, leyzır tüfekler, güdümlü bombalar savaşı "sanallaştıkları" (!) ölçüde, yeni şövalyelerin, yeni cengáverlerin, yeni şogunların efsanesini üretiyorlar.
* * *
HALBUKİ Jünger esas özde ve irádi tercihte yanıldı. Kendisi bulaşmasa bile "Çelik Fırtınaları"nda yücelttiği savaş daha sonra Nazi tayfunlar estirdi. Korkunç ejderhalar yarattı.
"Ateş Ve Kan" kutsadığı şiddet insanlığı "kan gölü" bir dünyaya sürükledi.
Oysa dün de "cephede yeni bir şey şok"tu; bugün de yok ve yarın da olmayacak!