BUGÜN cumartesi ve de üstelik, Ağustos mahmurluklarının cumartesisi?
Dolayısıyla, Susurluk’taki kamyon ve hattaki ekspres kazalarının yeniden ‘nüksetmesine’ rağmen, içimden ‘ciddi’ (!) satır karalamak geçmiyor.
Bari ben de o ray kazasına atfen, ‘içinden tren geçen’ bir yazı yazayım.
* * *
EFENDİM, kulunuz katırlığa özenen bizim katarlarımızın kah ha bre yolda çifte atmalarını, kah da kafa kafaya vuruşmalarını, bambaşka bir çerçevede yorumluyor.
Biline ki, vukuatlar ne Bağdat Şimendifer kumpanyası rayların dandikliğinden, ne de renk körlüğünden musdarip makinistlerin alargalığından kaynaklanıyor.
Kalıbımı basarım ki, bizim trenler ‘intihar’ ediyorlar !
Neden mi?
Neden olacakmış, tabii ki çirkinlikten!
* * *
EVET evet, altı üstü çelik, teneke ve plastik yığını deyip küçümsemeyin, benim sonsuz sevdiğim lokomotif ve vagonların da çok hassas ruhi duyarlılıkları vardır.
Bir anlamda, yaşarlar. Tıpkı canlılar gibi, acıya ağlarlar ve neşeye gülerler.
İşte bundan dolayı da, zavallıcıklar kendi estetik çirkinliklerine dayanamayarak önce ağır depresyona giriyorlar, sonra da çareyi iradi ölümde arıyorlar.
Zaten bendeniz, ‘yerli malı, yurdun malı’ ve devletin Eskişehir fabrikası mamulátı bu demiryolu gereçlerine Sirkeci veya Haydarpaşa garlarında rasladığımda, yukarıdaki ‘intihar’ların kanılmazlığını az buçuk öngörmüştüm.
Çünkü, o lokomotif ve o vagonlara siz de hiç şöyle alıcı gözüyle baktınız mı?
* * *
HEPSİ birer gudubet! Birer hilkat garibesi!
Bırakın alacalı boyacalı renklerin ‘zevk’ kelimesinin ırzına geçmesini, en ufak bombelikten ve aerodinamikten yoksun kaporta dik açıları hantallık kusuyor.
Mübarek, sülün trene değil 1. Harb’in ‘Şişko Berha’ ağır topuna benziyor.
Teknolojisini bilmem ama, iç dekorasyonu dahil bizim ‘son model yerli malı’, o ‘yerli malı’nda ilk üretime geçtiğimiz dönemleri dahi projektörle aratıyor.
Zaten bugüne dek dünyanın hemen her yerinde sayısız raylı araç gördüm, belki belki müteveffa komünist ülkelerin en pasaklılarında inşa edilmiş olanları hariç, böylesine gusto yoksunu ve böylesine çirkin olanlarına raslamadım.
Sanki, Raymond Loewy Usta ‘dizayn’ denilen sanayii tasarımını yaratalı ve hálá başyapıt olan ‘Uçan Kuş’ katarını raylara salıvereli üç çeyrek yüzyıl bitmemiş.
Sanki, modern makinayla modern insan arasında azami uyum sağlamayı hedefleyen ‘ergonomi’ dersi bizim mühendislik fakültelerimizde hiç okutulmamış.
Dolayısıyla, o sülün siluetinde kaymak istedikleri için çok hassas ruhlara sahip olan lokomotif ve vagonlarımızın çirkinliklerine dayanamayıp, bazen hat terkederek, bazen de toslaşarak, kurtuluşu ‘intihar’da aramalarını normal karşılamak gerekiyor.
* * *
SÖYLEDİKLERİM belki şaka gibi geliyor ama, aslında hiç de değil!
Zira, eğer estetik terbiyeden mahrumsak; eğer bakış adábına yabancıysak; eğer vagon ‘ergonomi’sini ve lokomotif ‘dizayn’ını umursamıyorsak, kuşku yok, o vagonların ray bakımını ve o lokomotiflerin makinist eğitimini de umursamayız.
Göz çirkinliğe en başta isyan etmediysek, sonradan onu mutlaka izleyecek olan mantık ve yöntem çirkinliklerine isyan ettiğimizde, inandırıcılığımızı yitiririz.
Ve, çirkinliklerine dayanamayıp intihar eden onurlu trenlere aval aval bakarız.