Paylaş
Sosyal dinamikleri arkadan izler. Onlara öncü müfreze değil ayak bağı olur.Bu da doğaldır! Yadırganacak bir yanı yoktur. Zira perşembe günü de vurguladığım gibi, her hukuk öz itibariyle belirli bir zamanda ve belirli bir mekânda geçerli olan adet, örf ve geleneklerin yaptırıma dönüştürülmüş şeklidir. Oysa o adetler, o töreler, o gelenekler, o tarzlar hayatın seyrine paralel olarak değişir. Ve, yasallığını bunların geçmişteki durumuna göre inşa etmiş olan, dolayısıyla da onların bekçiliğini üstlenen hukuk söz konusu değişimlere karşı direnç gösterir. Yani özetlersek, bütün hukuklar biraz “statüko muhafızı”dır!
* * *
FAKAT dikkat, ceberutluk çağrıştıran “statüko zaptiyesi” deyimini kullanmadım. Olumlu bir korunganlık da yansıtan “muhafız” kelimesiyle yetindim.
Çünkü toplumların muhafızlığa da ihtiyacı vardır. Her değişim illâ “ileri” değildir. Tamam da, “muhafızlık”la “zaptiyelik” arasındaki nüans nedir? Kıstas hangisidir?Bir hukuk sisteminin değişimi dengeleyen bir “muhafazakarlık”la mı, yoksa onun önüne tamamen set çeken bir “gericilikle” mi donandığına kim, nasıl karar verir?
* * *
ANCAK, evet bu muallâklık mevcuttur ama yine de bazı durumlar vardır ki, kör kör parmağım gözüne misali, hukuk sisteminin o statüko zaptiyeliğine soyunduğu göz çıkartır. Bu durum en önce, toplumdaki politik, ekonomik ve sosyolojik değişim dinamikleriyle aynı hukuktaki durağanlık direnci arasındaki mesafenin çok açıldığı virajlara tekabül eder. Artık uçurum derinleşmiştir. Çelişki uzlaşır olmaktan çıkmıştır ve zıdda dönüşmüştür. Zaten ikinci durumda da geniş toplumsal katmanlar, başta yüksek yargı olmak üzere, hukukun işleyiş mekanizmasını oluşturan adalet merciinden şüphe duymaya başlarlar.
Onun, demokrasilerin kuvvetler ayrılığı ilkesindeki bağımsızlık ayrıcalığını suistimal ettiği ve yukarıdaki dönüşümlere meydan okuduğu kanaatine varırlar.
Hep o bağımsızlıktan dem vurduğunu, ama yine hep tarafsızlığı es geçtiğini mimlerler. Dolayısıyla da, partizan davranıldığı kanaati aynı toplumda yerleşiklik kazanır. Yani, güvenilmesi gereken adaletin bizzat kendisi güven krizinin nesnesi haline gelir.
* * *
ÜÇÜNCÜ olarak, yukarıdaki hukuki statükoculuk kamu vicdanından ve toplum dönüşümünden soyutlandıkça, doğal müttefiklerine daha çok sarılır. Onlardan medet umar. Mevcudu sürdürmenin kaygısıyla zaten hanidir kanuniyet sınırına, hatta haricine açılmış olan diğer statüko güçleriyle olan ittifakını pekiştirir. Yani, bizzat kanun o kanuniyeti muğlak kılar. Legalite adına illegaliteyle flört eder. Oysa dördüncü olarak, söz konusu dönüşüm dinamikleri kaçınılmaz biçimde, aynı yargı kurumlarının bünyesindeki bireyleri de etkiler. Muhafazakâr kalıplar tedricen kırılır. Eski ve yeni bizzat hukuk kavramı ve bizzat adalet kurumu içinde çelişmeye başlarlar. Fakat buradaki sorun da şudur ki, o yeni hem henüz boy atmanın tecrübesizliğiyle, hem zinciri kırabilmenin zorluğuyla, hem de geleneksel yöntemlerin mirasçılığıyla, özellikle usul hukukunda ve özellikle yargı bağımsızlığında, bir uçtan diğer uca kaymak eğilimini taşır. Zaten kaçın kurası olan köhne de böylesine zaafları yakaladı mıydı, fırsatı kaçırmaz.
* * *
İŞTE bugün Türkiye’nin tanık olduğu “hukuk karmaşası” (!) da yukarıdaki dört faktörün bir araya gelmesinden kaynaklanıyor.Fakat durum geçicidir. Bir ara dönemdir. Çünkü, her eski statüko kırılışında bu tür kaoslar yaşanır ve sular ancak, ortalama bir sentezle ortaya çıkacak olan yeni statükonun meşruluk kazanmasıyla durulur.
Paylaş