Sonra, hediye fobimin diğer sorunu zaten "ne almalı" korkusundan kaynaklanıyor.
Çünkü burada en önce, eksik olmasınlar ama bizzat bana verilen bazı armağanlardaki anlamsızlık, lüzumsuzluk, fuzûlilik kulağıma küpe olarak kalıyor. Yine insaf, kravatı bile ayda yılda bir takan adam manşet düğmesini neylesin? Tını fukarası klavsenden nefret eden birisi, Barok öncesi musiki CD’sini ne yapsın?
HAYATIMDA en çok nefret ettiğim, daha doğrusu en çok korktuğum şeylerden birisini hediye aramak ve almak fiili oluşturdu. Halen de öyledir.
Hayır hayır, tabii ki pintilikten, cimrilikten, hasislikten falan değil!
Bin şükür ki, bütün ömrü hayatım boyunca sonsuz cömert, hatta müsrif yaşadım.
Üstelik, zaten ezelden beri cep delik, cepken delik, biraz daha batsam ne fark eder ki?
Benim hediyelere ilişkin "fobi"m diğer nedenden kaynaklanıyor.
*
BİRİNCİ olarak, "günün máná ve ehemmiyetine binaen" birisine metazori armağan almak mecburiyeti karşısında her zaman tir tir titredim ve titriyorum.
Üstelik, burada kızıl Bolşevikliğe soyunup "tüketim toplumu"na karşı ateşli nutuklar atacak değilim ama insaf buyurun, o "máná ve ehemmiyet günleri" de aldı başını gidiyor.
Anneler günü, babalar günü, yavuklular günü, sekreterler günü falan derken yıl öyle bir doldu ki, haniyse her takvim yaprağını hediyeyle donatmak gerekecek.
*
OYSA, asilik duygusu belki kanımda var, herhangi bir "ritüel"e dayattı mıydı, istop!
Çocuklarıma, refakatçilerime, ebeveynlerime bir şeyler armağan etmek arzusuyla yanıp tutuşsam dahi zorunluluk ortaya çıktığı an, o kanım donuveriyor.
Başka bir deyişle, ben hediyeyi, yakamozlu bir cumartesi akşamı bir vitrinden diğer vitrine alabanda ederken, aniden rastladığım ve şunun ya da bunun hoşuna gideceğine karar verdiğim için derhal tezgahtardan istediğim "kendiliğindenci" bir yöntemle almalıyım.
Doğru, bir Noel arifesi New York’unda alışverişe çıkmış Woddy Allen filmleri benim de pek hoşuma gider. Ancak, hayatla sinemayı karıştırmamak gerekiyor.
Boy boy çocuk adedi bende zaten dört; artı, eski göz ağrısı, yeni göz ağrısı, müstakbel göz ağrısı; artı, tanış tokuş falan, liste öyle uzuyor ki, eğer bayram, yılbaşı, doğumgünü diye hepsine teker teker riayet etmeye kalkışırsam o alışveriş süresi için Allen filmleri değil, başı sonu bitmez Brezilya dizilerinin süresi gerekir.
Dolayısıyla, sen sağ ben selámet, hanidir ve hanidir ipin ucunu koyverdim.
"Máná ve ehemmiyet" yüklü günlerde çocuklara banka havalesiyle para yolluyorum.
Zaten artık kazık kadar oldular, paşa gönülleri ne çekiyorsa onu alsınlar.
Diğerlerinde ise, "Ben ’aykırı’ adamım,öyle ’ritüel’ mecburiyetlere gelemem" diye işi pişkinliğe vuruyorum ki, beğenen beğenir, beğenmeyen de bulunmaz Hint kumaşı değil!
*
SONRA, hediye fobimin diğer sorunu zaten "ne almalı" korkusundan kaynaklanıyor.
Çünkü burada en önce, eksik olmasınlar ama bizzat bana verilen bazı armağanlardaki anlamsızlık, lüzumsuzluk, fuzûlilik kulağıma küpe olarak kalıyor.
Yine insaf, kravatı bile ayda yılda bir takan adam manşet düğmesini neylesin?
Tını fukarası klavsenden nefret eden birisi, Barok öncesi musiki CD’sini ne yapsın?
Yahut, "cinnet yılları"nda dahi "Anadoluculuk" (!) oynamayı reddetmiş bir şehirli, "duvara asarsın" diye getirilen köylü heybesini veya çarığını hangi deliğine tıkıştırsın?
Yok yok, sırf "hediye" kelimesinin sözümona "kûtsiyet"i arkasına sığınarak ben de başkasına karşı böyle ahmaklıklar sergilemek istemem.
Zevkten, gustodan ve asgari bir işlevden yoksun hediye, hediye değil, külfettir!
*
NİTEKİM,"freak" giyinmeyi sürdüren kızıma tutup da şıkıdım bir tüvid tayyör alırsam, kerimem láfını sakınmadan ve dobra dobra "Peder bey, beni hálá kendi şablonuna sokmaya çalışmaktan bıkmayacak mısın" der ki, yerden göğe kadar da haklı olur.
Veya, çağdaş ve öncü edebiyata meraklı olan sevgilisine yenip yutulmaz bir klasik roman hediye edersem belki terbiyeli davranıp ağzını açmaz ama, ya kapağını çevirmeden kütüphanesinin en uzak rafına atar ya da ilk fırsatta sahaflarda okutur.
Hele hele, son Avusturya-Macaristan ekolü ressamlarından hiç hazzetmeyen bir refakatçi için, "Viyana’ya kadar gelmişken şuna bir Schiele röprodüksiyonu götüreyim" dersem, çok muhtemelen, "Bari Rubens’in devasa popolu hatunlarını da alsaydın! O hastalıklı erotika fantazmalarını uygulamak için artık başkasını bul" diye zılgıtı basarak, onca papel bayıldığım röprodüksiyonu yırtıp, kapının dış cephesine raptiyelediğinin resmidir.
Buyrun bakalım, sözümona hediye gönlünüzden kopmuştu ama işte ip kopuverdi.
Dolayısıyla, dediğim gibi, "günün máná ve ehemmiyetine binaen" mecburiyetinin işkencesi bir yana, bizzat hediyeyi seçmek benim için diğer korkunç işkenceyi oluşturuyor.
*
ANCAK, zaten işte müjde burada, artık çok daha rahat davranabileceğimi sanıyorum.
Demek aynı dertten mustarip sonsuz insan varmış ki, internette yeni bir site belirdi.
Kim ki kendisine armağan edilmiş olan yepyeni ama lüzumsuz ve anlamsız hediyeleri başından savmak istiyor, üstünde koca fotoğrafı, yarı, hattá üçte bir fiyata okutmaya çalışıyor.
Eh, zevkler ve renkler tartışılamaz, baktım, içinde beni bayağı ilgilendirenleri var.
Dolayısıyla artık karar verdim ki, bayram, yılbaşı, yaşgünü falan filan için hemen şimdiden ve yavaş yavaş hediye düzüp, vakti geldiğinde bunları sahiplerine dağıtacağım.
Böylelikle hem "ritüel"e uymuş olurum, hem de "ne seçeceğim" işkencesi biter.
Ve yine dolayısıyla buradan size sesleniyorum ki, kullanmadığınız fuzuliyatı anasının nikáhını istemeden orada satışa sunarsanız, bendeniz belki de potansiyel bir alıcınız olacağım.
Tabii, manşet düğmesi, klavsen musikisi ve köylü heybesi hariç!