YEDİĞİN içtiğin senin olsun gördüğünü anlat deseniz bile tatil ertesi kaleme alınan ilk yazı bana daima çok zor gelir.
Eh, rehavet günlerinin bitiminde nereden, nasıl ve neyle başlamalı ki ?
Bari, yaşadığım gerçek bir olaydan yola çıkarak ülke aktüalitesine döneyim.
***
MEYDANDA metroya binmek için Harbiye'den Taksim'e yürüyordum.
Otobüs durağının önünde iki tıfıl çocukcağız bir yandan 'Atatürkçü Türkiye istiyoruz' diye haykırıyor, diğer yandan da tezgahtaki deftere imza topluyordu.
Sayfa bomboşmuş ve nara Mahmutpaşa esnafına taş çıkartıyormuş, bana ne !
Demokrasi bu, tabii ki herkes fikrini bildirecek. Karışmak kimin haddine.
Paşa gönlü öyle çekiyorsa, 'Saddamcı Türkiye istiyoruz' diye bile bağırır.
Zaten o imzaları toplamaya çalışanlar da Irak savaşı sırasında kendilerini alenen ve resmen 'Saddamcı Atatürkçü' ilan etmediler mi ?
***
TAMAM da, söz konusu iki kopil oğlandan biri benim naçiz 'şahsiyet'imi (!) tanıyınca kasten bitişiğimde yürümeye başladı. Davetsiz refakatçim oluverdi.
Bir karış mesafeden ve kulak zarımı patlatırcasına, 'yaşasın Kuvay-ı Milliye, Amerikancı medyaya hayır' diye hançeresini yırtıyor.
Zaten deli adamım, şeytan, okkalı Osmanlı şamarını patlatıver de tıfılcığa hanyayı Konya'yı öğret diye dürtüyor ama, tabii sonra ayıkla pirincin taşını !
Tepebaşı Karakolu bir yana, provokasyonun daniskasına gelmiş olacağım.
Metro ağzına seğirttim ve 'Saddamcı Atatürkçü' de beni bırakıp geri döndü.
***
OLAYDAN üç gün önce ise medyada ala ve valayla 'Kızıl Elma Koalisyonu' (!) diye lanse edilen ve 'Ülkücüler'le (!) İP Maocularına ek olarak aynı 'Saddamcı Atatürkçüler'in de ortak düzenlediği 30 Ağustos mitingine göz atmaya gitmiştim.
O reklama, o tatavaya, o şişirmeye rağmen ben diyeyim beş yüz, siz deyin yedi yüz, hadi pek cömert davrandım, taş çatlasa sekiz yüz kişi ya vardı, ya yoktu.
Hayır, 'dünün kanlı bıçaklı düşmanları işte bugün can ciğer kuzu sarması, eh gerçek dönek kimmiş' diye polemik yapacak değilim. Bunu körler dahi görüyor.
Orada beni kederlendiren şey, Gökalp'in bir 'mefkure hedef' olarak yarattığı 'Kızıl Elma' efsanesinin bu denli ayağa düşmesi ve bu ölçüde laubalileşmesi oldu.
Ve düşünün ki, söz konusu 'Ülkücü'lerin (!) ve Maocuların 'liderler'i (!) şimdi de Ziya Gökalp'in anıtı önünde yanyana ve boy boy poz verip, 'yüzbinlerin öleceği silahlı mücadeleden' dem vurmak cüretini gösteriyorlar.
Dikkatinizi çekerim, o 'silahlı mücadele'yleTürk insanı kastedilmektedir.
'Saddamcı Atatürkçü'lerin, 'darbeci Maocu'ların, 'cenkçi Ülkücü'lerin üfürmeye çalıştığı ve saftirik medyamızın da gazına geldiği bu ultra marjinal 'Kızıl Elma Koalisyonu' (!), Gökalp'in 'Hakikat bu ise ne büyük heyhat / Artık ona duzeh (cehennem) olacak hayat' dizelerindeki gibi bir Türkiye öngörüyor.
***
OYSA, Türkiye'nin 'hakikat'i onlar değil! Asla ve asla onlar değil !
Türkiye'nin gerçeğinde, provokasyon yapmak için kulağımın dibine nara atan 'Saddamcı Atatürkçü'; yüzbinlerin ölümünden söz eden 'cenkçi Ülkücü'; silahlı mücadeleden dem vuran 'darbeci Maocu' falan yok! Zerre kadar yok!
Türkiye'nin 'hakikat'inde ve 'mefkure'sinde barış, özgürlük, demokrasi ve refah isteyen sonsuz milyonlar var ki, bizim 'Kızıl Elma'mızı bu değerler oluşturuyor.