Hüzünlenmem mahremime tecavüz edilmiş olmasından kaynaklanıyor. ‘Bir adet ağaç yazı masası’ diye başlayıp ‘yaklaşık üç - dört bin kitap’ diye devam eden bir haciz listesi sanki hayatımı da haczediyor. Gaspediyor. Ben yokken evime girilmiş olması benim ben olan benliğime el koyuyor. Bir arkadaşım başından geçen vukuatı anlattı. Onun ağzından aktarıyorum:‘‘Adetim değildir ama o gün öğlen yemeği için sokağa çıkmıştım. Saat on beş sularında eve döndüğümde farkettim ki zorlanan kilit kırılmış.Anahtar yuvaya oturmadığından kapıyı açmak mümkün değil.Gündüz vakti soyguna uğradığımı düşündüm. Derhal polis çağırdım. Ekip kısa süre sonra ulaştı. Beraber yukarı çıktık ve tekrar açmayı denedik. Nafile... Memurlar bildikleri çilingire telefon ettiler.Tam o sırada bitişik dairedeki komşu eşiğe çıktı. Bir saat önce iki sivil, iki de polis üniformalı şahsın geldiğini ve bunların kapıyı toklattıktan sonra kilidi kırarak içeriye girdiklerini söyledi. Bir şey anlayamadığını ekledi.Ben de şafak attı...* * *‘‘Attı, çünkü Allah'a şükür benim zaptiyelik işim yoktur. Olsa bile hangi hukuk devleti böyle güpegündüz ve fütursuzca haneye tecavüz eder ki ?..İcra ettiğim netameli meslek, bir bölüm muhbir ve ajan ‘‘meslektaşım’’ (!) ve son olan bitenler nedeniyle çok kötü şeyler düşünmeye başladım. Aklıma o lanet infaz tugayları geldi. Pimpiriklendim. Cep telefonuyla Avukatımı, Kızımı ve şu sıralar benim için önemli olan bir kadını uyardım.Konuşmam bitmişti ki çilingir yetişti. Tornavida darbesiyle kapıyı açtı.Çağırmış olduğum ve mesleğinin erbabı polis komiseri yardımcıyla beraber tabancasını çekti, bizleri dışarı bırakarak içeriye girdi. Çıktı ve kedinin çişi için kullandığım kokunun niteliğini sordu. Anladım, bombadan şüphelendi. Tatminkar cevap alınca benim de girmeme izin verdi.Her şey yerinde duruyordu ve yazı masamın üzerinde bir zarf vardı’’. * * *Arkadaşım vukuatını anlatmaya devam ediyor:‘‘Bilirsin, hayatımda hiç para tutamadım ve züğürtlükten kurtulamadım.Elimi aslanın ağzına sokarak kaptığımı her zaman kürekle, hatta ekskavatör kepçesiyle harcadım. Üstelik çocukların nafakası ve barların tezgahı hep borç harç içinde yaşadım. Ali'nin külahını Veli'ye geçirerek ay başını bulabildim.Ama bazen şikayetçi olsam bile bunları dert edinmem. Yuvarlanıp gidiyorum.Ve bugünlerde elim gerçekten çok dara girdiği için de bir borcu ödemek amacıyla almış olduğum ikinci bir borcun taksidini yatıramadım. Fakat ihbarnameler henüz gelmediğinden yine aldırmadım. Üzerinde durmadım.O maceralı öğleden sonra yazı masamın üzerindeki zarfı bulana kadar...* * *‘‘Falanca mahkemenin filanca kararıyla kapı kırarak içeri girmiş bir haciz memurunun damgasını taşıyan ve adalet sisteminin anlaşılmaz hukuk diliyle kaleme alınmış olan bu mazruf el koyulan eşyalarımın listesini içeriyordu.Şunlar vardı:‘Bir adet yazı masası; bir adet yazı masası koltuğu; bir adet ‘‘Toshiba’’ marka diz bilgisayarı; sekiz adet iki metreden yüksek kütüphane; yaklaşık üç- dört bin kitap; dört parçadan oluşan ‘‘Pioneer’’ marka müzik seti; yaklaşık iki yüz CD; bir adet ‘‘Sony’’ marka televizyon; bir adet ‘‘Hewlett Packard’’ marka bilgiyazar; bir adet ‘‘Panasonic’’ marka faks; bir adet ‘‘Panasonic’’ marka telesekreterli seyyar telefon; bir adet büyük boyut ‘‘M.C.V’’ imzalı yağlıboya tablo; içleri gravürlü sekiz adet çerçeve; iki adet eski bej kanepe; bir adet eski koltuk; bir adet üzeri satrançlı bar masası; dört adet kristal içki sürahisi; üç adet ağaç sehpa; bir adet ‘‘Bosch’’ marka buzdolabı; bir adet markasız havagazı ocağı; bir adet ‘‘Samsung’’ marka mikro - dalga fırın; bir adet ‘‘Braun’’ marka kahve makinası; bir adet iki kişilik yatak; bir adet gardrop; on dört adet takım elbise veya ceket; otuz adet gömlek; kırka yakın kravat; bir adet ‘‘Panasonic’’ marka radyo; bir çocuk ranzası; bir adet küçük halı; bir adet çocuk yazı masası; bir adet ‘‘Braun’’ marka tıraş makinası.'Borcumu ödemediğim takdirde öncelikli alım hakkım baki kalmak kaydıyla mezatta satılacak olan bu toplam otuz iki kalem eşya ellisine merdiven dayamış ve bütün hayatı boyunca çalışmış bir insanın yegane servetini oluşturuyordu’’.* * *Arkadaşım yine devam ediyor: ‘‘Biliyor musun, hem sevindim, hem de hüzünlendim.Sevindim, çünkü alt tarafı bir dünya malı için kapımı kırmışlar. Pimpiriklendiğim şeylerle ilgisi yokmuş. Bu açıdan ferahladım.Ama aynı zamanda da hüzünlendim. Yok, elli yaşına merdiven dayamışken başıma böyle bir şeyin gelmiş olmasından dolayı değil.Feleğin çemberinden geçmişim ve züğürtlüğü hala dert etmiyorum. Kaldı ki borcum borç, üçüncü bir yerden fahiş faizle para sızdırak taksidimi ödedim.Hüzünlenmem mahremime tecavüz edilmiş olmasından kaynaklanıyor.‘Bir adet ağaç yazı masası' diye başlayıp ‘yaklaşık üç - dört bin kitap' diye devam eden bir haciz listesi sanki hayatımı da haczediyor. Gaspediyor.Ben yokken evime girilmiş olması benim ben olan benliğime el koyuyor. Neyse, yine de boş ver. İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri’’...Arkadaşımın anlattığı bir öğleden sonra vukuatı böyleydi.