Paylaş
Berktay’dan başka Murat Belge, Roni Marguiles ve bir ölçüde de Nabi Yağcı’nın katıldığı bu sorgulama “sosyalizm hâlâ mümkün mü” ekseni etrafında gerçekleşiyor.
Belki biraz hariçten gazel okumak gibi olacak ama otuz yıldır hiç durmadan kafa patlattığım bu konuda ben de iki çift lâf söylemek istiyorum.
BİR kere yukarıdaki etiketi “sosyalizm” değil “komünizm” diye yazmak gerekiyor.
Zira mesele Marksist içerikli bir mazi etrafında dönüyor. Oysa malûm, o Karl Marx ve yoldaşı Frederik Engels ünlü manifestoya özellikle “komünist” başlığını vermişlerdi.
Artı, aslında daha öncesi de var ama en azından Bolşeviklerin iktidarı zaptettiği 1917 yılından beri bu iki terim; dolayısıyla iki teori ve iki pratik ziyadesiyle ayrıştı. Hatta zıtlaştı.
Eh, tartışmacılar da, ben de bir İsveç sosyalizminden bahsetmediğimize ve ortak rahle-i tedriste Marksist kültür yaladığımıza göre hilkat garibesinin adını dobra dobra koyalım:
İster geçmişte “dejenere edildi” diye züğürt tesellisiyle avunulsun, ister gelecek için “ütopya” kastedilsin, “hâlâ mümkün mü”nün arka planındaki terim komünizmdir ve nokta!
MARX ve Engels’den kapı açtık, o halde tabii ki onlardan başlamamız gerekiyor.
Çünkü ne Lenin, Stalin veya Mao’nun gerçekleştirdiği katliamlar, ne de “reel sosyalizm” denilen ve 1989’e dek sürmüş komünist ceberutluklar gökten zembille indiler.
Burada “imamın dediğini yap, yaptığını yapma” söz konusu değildir.
Yukarıdaki uygulamaların hepsi imamın, yani “kurucu babalar”ın doğal uzantısıdır.
Ortada birer “tarihi kaza” falan yoktur!
Zira, zaten aslında onlar da çok münazaralı iktisat teorileri şimdilik bir yana, aynı “kurucu babalar”ın ürettiği ideoloji daha en baştan itibaren totaliter nüve içeriyordu.
Ve birinci temel neden de yine bir “tarihi sorun”dan kaynaklanıyordu.
Bununla, zahiri materyalizme rağmen aslında müneccimlik yapan iki Almanın da hep “ilerleyen” ve iradi müdahalecilik vaaz eden tarih felsefesini benimsemelerini kastediyorum
Oysa öngörülemez olaylarla, bilinemez tesadüflerle, umulmadık şahıslarla, tanımadık coğrafyalarla, umulmadık afetlerle oluşan o tarih muazzam bir kaostur ve illâ “ilerlemez”!
İLLÂ “ilerlemez” (!) ve nitekim de Batı’dan bakarsak Ortaçağ’ı nasıl açıklayacağız?
Harikulade Helen kültüründen ve devasa Roma uygarlığından sonra Avrupa’nın bin yıl müddetle ve bilhassa da Marksistlerin deyimiyle “karanlığa gömülmesine”ne diyeceğiz? Doğu’da ise aksine, İslam Ortaçağı’nın ışıltısı bittiğinden veya Çin medeniyeti pırıltısı söndüğünden beri hâlâ devam eden upuzun süreci o “ilerleyen” tarihte nereye koyacağız?
Veya öngörülemezliğe bizzat komünistlerden örnek, 22 Ocak 1917 Zürih hitabetinde “biz yaşlılar devrimi göremeyeceğiz” diyen bir Lenin’in Alman kurmayı tarafından Rusya’ ya gönderilip aynı yılın Kasım’ında iktidar koltuğuna oturmasını hangi falcıya mal edeceğiz?
EVET evet, “kurucu babalar”ın kısmen “aydınlanma”dan, kısmen de Hegel’den miras aldığı “mutlak mukadder” ve “iradi müdahil” tarih anlayışı sonraki tüm komünist teori ve pratiklerin hepsinde mevcut olan totaliter ruh ve uygulamayı zaten baştan içeriyordu.
Hangi fanatik ki tarihin zorunlu yönde ilerlediğine ve insanlık adına da iyi olduğuna iman eder, kendisini o insanlık yerine koyarak “zorunluluk” sandığını zorbalığa dönüştürür.
Marksizmin özünde yine zorbalıkla ve yine totalitarizmle bütünleşen “fetişist devlet”, “vicdansız gerçekçilik” ve “ideolojik taassup” konularını gelecek cumartesi işleyeceğim.
Paylaş