DOBRA dobra konuşalım ve “Mavi Marmara” gemisinin güverte altına inelim.
Yani demek istiyorum ki mağrur ve zalim İsrail’in doğu Akdeniz’deki haydutluğundan yola çıkarak kimse üç maymunları oynamasın! Hiç kimse, gerçeğin diğer yüzünü bile bile bu noktada havaya bakıp ıslık çalmasın! O gerçek de şudur:
“İSLAMİ hassasiyet”in ötesinde “İ-s-l-a-m-c-ı hassasiyet” tarafından ve yine aynı eksende faaliyet gösteren bir “enternasyonal”le(!) eşgüdümlü biçimde organize edilmiş olan Gazze’ye “insani yardım” girişimi en baştan beri dört dörtlük bir strateji üzerine kuruluydu. Söz konusu vapura veya bir başkasına saldırı da dâhil tüm ihtimaller hesaplanmıştı. Ve, taktikte zaten öngörülmüş olan “zayiat”a (!) rağmen o stratejik ana hedefe ulaşıldı. Hem de tam bir başarıya ve tam bir zafere ulaşıldı ki, açıklayayım.
GEMİLERİN yola çıkışından aylar ve aylar önce, Arap ülkelerinden ziyade Türkiye ve Avrupa’daki mütedeyyin kamuoyu çok büyük bir kampanyayla konvoy için seferber edildi. Camilerdeki Cuma hutbeleri bir yana, şehirler afiş ve panolarla donatıldı. Duyarlılık had safhaya çıkartıldı. Medyatik altyapı hazırlandı. Tansiyon arttırıldı. Ve organizatörler, Siyonist Devlet’in vapurların Filistin kesimine yanaşmasına asla izin vermeyeceğini en baştan beri biliyorlardı. Şöyle böyle değil, bal gibi biliyorlardı! Ama ablukayı zorlamaya ve İsrail’in dayattığı Aşdod limanına gitmemeye kararlıydılar.
FAKAT varsayalım ki çok küçük bir ihtimal dahi olsa tekneler geçecek. Ne âlâ! Davudî yıldızlı ülkenin “İ-s-l-a-m-c-ı hassasiyet”, yani dolaylı yönden “Hamas” karşısında gerilemek zorunda kaldığı teması işlenecek ve bu bir “zafer” olarak sunulacaktı. Yok kuşatma yarılamadı ve beklenildiği, hatta umulduğu gibi güvertelerde bir arbede, bir direniş, bir “kıyam”(!) vuku buldu. Daha âlâ ve daha iyi!
EVET daha âlâ ve daha iyi, çünkü böylelikle bir taşla birkaç vurulmuş olacaktı. Hem İsrail’in “çirkinliği” sergilenecek ve uluslararası arenadaki tecridi artacaktı; hem Filistin tragedyası ve Gazze gaddarlığı yeniden güncellik kazanacaktı; hem Ankara ? Kudüs ilişkileri tam rayından çıkacaktı; hem de “Hamas”ın meşruiyeti nispeten pekişecekti. Eğer birkaç kurban verilirse de bunlar “şehadet mertebesine” ulaşmış sayılacaktı. Nitekim de İsrail’in mağrurluğundan, fanatikliğinden, körlüğünden, hatta biraz da naifliğinden dolayıdır ki senaryo aynen gerçekleşti ve bu ülke stratejik bir hezimete uğradı.
NAİFLİĞİNDEN dolayı diyorum çünkü eminim ki komando amatörlüğü, İsrail’in “insani yardım” için Filistin’e giden ve hep kuzu gibi davranan Batılı sivil aktivistlerle, Türk ve bilhassa “İ-s-l-a-m-c-ı hassasiyet”ten “sivil militanlar”ı karıştırmasından kaynaklandı. Hem ordu kurmayı “Mavi Marmara”dakilerin sanki “Greenpeace” gemisindeki ekolojistler olduğunu sandı; hem de bilhassa Netanyahu hükümeti, ilk teknedeki kadınların, çocukların, yaşlıların falan kamaralara “Akdeniz turu” için yerleştirildiği zehabına kapıldı. Onların çok ustaca planlanmış bir stratejideki taktik halkalar olduğunu kavrayamadı. Başka bir deyişle, lamı cimi yok, Siyonist devlet göz göre göre t-u-z-a-ğ-a düştü! Eh ava giden avlanır ve dolayısıyla tabii ki meheldir diyorum ama, bölge ve dünya için hiç mi hiç hayırlı addetmediğim o “İ-s-l-a-m-c-ı hassasiyet”e altın tepsi içinde hediye sunacak kadar bön ve avanak davrandığından İsrail’e hükümetine daha da çok diş biliyorum.