FAZLA ciddiye almayıp ha bugün, ha yarın dinecektir diye düşündüğüm içindir ki, Fazıl Say’ın verdiği demeçten sonra bir bardak suda kopartılan fırtınayı görmezden geldim.
Dolayısıyla da, şimdiye dek konuya ilişkin tek satır yazmadım.
Oysa, klasik Batı müziği hastalığım haniyse "melomani" derecesine vardığından, genç virtüözümüzün henüz ismi ve cismi duyulmuşken, kariyerinin daha en başında ondan ilk söz eden ya birinci, ya da ikinci kalem olmuştum.
Nitekim, satırlarıma "ilham" (!) gelsin diye şu an bile kasten Say dinliyorum.
Fetiş bestecim İgor Stravinsky’den mükemmel bir "Bahar Ayini" icrá ediyor.
* * *
EVET evet, aslında hiç inanmadığım o "ilhám"a ihtiyacım var!
Çünkü madem ki yukarıdaki fırtına "bofor" ölçeğinde hálá dokuz şiddetle esiyor, o halde konuya benim de değinmem artık farz oldu. Yoksa, gündemi ıskalamış sayılacağım.
Üstelik, çıkan tartışma Fazıl Say vukuatının çok boyutluluk arzettiğini ortaya koydu.
Dolayısıyla ben de, "laikmûsiki"den Cumhuriyet ideolojisine ve "mülteci ruhiyatı"ndan "hıyanet-i vataniye"ye, sorunu ayrıntılı biçimde ele alacak ve birkaç güne yayacağım.
* * *
ÖNCE şunu söyleyeyim, büyük piyanistimizin "yükselen muhafazakárlık" gibi bir tehlike"den (!) yola çıkarak, aşağı yukarı, "böyle giderse, bana ’yolcudur Abbas’ demek kalıyor" diye konuştuğu demecin birinci kısmına asla katılmıyorum.
Başka bir deyişle, yapmış olduğu Türkiye tahlilini yanlış, eksik ve sáthi buluyorum.
Ancak, reddettiğim bu yaklaşım fikri platformda tabii ki tartışılır ama, kimsenin Say’a "gözünün üstünde, kaşın var" demek hakkı yoktur. Olamaz!
Çünkü, her birey hayatın her şeyini daima öznel bir algılama süzgecinden geçirir.
O algılama ise yetişme tarzından sosyal hiyerarşiye; zeká seviyesinden bilinçaltı şartlanmasına; yerel kapanıklıktan kozmopolit ufka uzanan çok geniş bir yelpazede belirlenir.
Artı, bunların yine farklı sentezlerinden yine farklı sonuçlar çıkar ve çıkabilir.
Dolayısıyla, eğer Fazıl Say yukarıdaki hayat tarzı ve yaratıcılık ortamı itibariyle bir "tehlike" sezinliyor ve bundan irkiliyorsa, hissiyatını álenen haykırmakta sonsuz özgürdür.
Hele hele, hiç şüphesiz ki, bir s-a-n-a-t-ç-ı olarak onun özgürlüğü daha da sınırsızdır.
* * *
ÖYLE, çünkü bazen "hezeyán sayıklamak" lüksü dahil, vasatın üstüne ulaşabilmiş sanatçı ve yaratıcıların özgürlük marjı "sıradan fániler"inkinden daha geniştir.
Zira söz konusu sanatçılar için geçerli olan yegáne kıstas, ölçek ve mihenk taşı,onların yarattıkları, ürettikleri veya performansına ulaştıkları şeylerin genel bütünüdür.
Örneklersem, Pablo Picasso’nun cáni bir Stalin’in arkasından hüngür hüngür ağlayıp ağıt yakmış olması, İspanyol ressamın "dáhi" kimliğinden bir şey eksilebilir mi? Asla!
Yahut müziğe dönersem, Hitler hayranı Herbert von Karajan’ın azılı Nazi geçmişi, onun en dev orkestra yöneticilerinden birisi olduğu gerçeğini değiştirir mi? Hayır!
* * *
EVET, asla ve hayır, çünkü Picasso’nunölçeği kübizm veya mavi dönem tablolarıdır.
VonKarajan’ın kıstası ise Beethoven ya da Honegger icrálarıdır.
Ve Say’ın mihenk taşı da Paganini varyasyonları yahut "Silk Road" besteleridir!
O ve onlar biz o sıradan fánileri kat be kat aşan çok istisnai becerilere sahip oldukları içindir ki, daha çok özgürlüğe, daha çok hoşgörüye, daha çok yanlışa hak kazanmışlardır.
Kaldı ki, Fazıl Say’ın "tehlike" saptaması bana göre de yanlıştır ama, esas fırtınayı kopartan, "böyle giderse, ’yolcudur Abbas’" sözünde bu tür bir yanlış dahi yoktur!
Bunu yarın, "mülteci ruhiyatı" ve "hıyanet-i vataniye" çerçevesinde ele alacağım.