FRANSA’daki garip manzaraya bakınca sanırsınız ki, sanki diz boyu iç sorunlar bitti de, mehteran marşı ve subaşı ağası, Ankara modern yeniçerileriyle Paris kapılarına dayandı !
Çünkü, 7 Haziran’daki Avrupa Parlemantosu seçimlerine birbuçuk hafta kala, hem ülke kamuoyunun, hem de siyasi kurumlarının ana gündemini Türkiye oluşturuyor.
Politikacı nutuklarını dinleyin, gazete sayfalarını çevirin, ekran haberlerini zaplayın, varsa Türkiye, yoksa Türkiye! Çekişme bizim muhtemel AB üyeliğimiz etrafında dönüyor.
Ve işte, aynı üyeliğe yine serin bakan Almanya dahil diğer hiçbir topluluk devletinde rastlanmayan bu görüntü, bizzat ülke ahalisinin deyimiyle, "Fransız istisnası"nı yansıtıyor.
***
ÇOK özetlersem, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve dolayısıyla da "sağ", hatta "merkez" partiler Türkiye’ye yaklaşımı şu şekilde formüle ediliyorlar.
"Ankara AB’ye tam üye olamaz, çünkü coğrafi açıdan Avrupa’da değildir!"
Mazerete gel, bununla ülke sathımızın esas itibariyle Asya’da bulunması kastediliyor.
Fakat hiç şüphesiz ki, açıkça dile getirilmese dahi, Müslüman aidiyet taşımamız ve "Avrupalılık kimliği"yle yoğrulmamış olmamız geri plandaki temel öğeleri oluşturuyor.
***
AMENNÁ ve burada Sarkozy’yi ne "ırkçılık", ne de "İslamofobya" suçlayacağım.
Hayır, kendisine bu doğrultuda yöneltilen ucuz ve kolay ithamlar gerçeği yansıtmıyor.
Üstelik, inkarı mümkün değil, Türkiye’nin Müslüman aidiyetten olduğu ve o "Avrupalılık kimliği"yle bütünleşmediği de nesnel bir vakıa oluşturuyor.
Dolayısıyla da, ilk "kurucu babalar"ın "Hıristiyan dürtü" ekseninde inşa ettiği AB bünyesinde Ankara’nın olup olamayacağı sorusunu tartışmak, tabii ki meşruluk arzediyor.
Ancaak!
***
ANCAĞI şu ki, o "kurucu babalar"ın ellili yıllarda kızağa koyduğu aynı proje eğer bugün de geçerlilik taşısaydı, doğruya doğru, Türkiye’nin üyelik talebi hepten abes kaçardı.
Çünkü, Fransa, Almanya, İtalya ve artı Benelüks devletleri, 2. Savaş ertesinde altı başkentin hedeflediği ilk "derin Avrupa" fikri aslında aynen, táa Ortaçağ Karlman’ının oluşturduğu "çekirdek coğrafya"ya ve öz itibariyle de "Katolik kültür"e tekabül ediyordu.
Her ikisinin de doğu sınırı Ren, hadi bilemediniz Elbe nehirlerinde; batı ve kuzey hudutları Manş ve Baltık denizlerinde; güney çizgisi ise Pirene dağlarında bitiyordu.
Oysa, yukarıdaki proje de bitti! Çoktan bitti!
İlkin, "Atlantikçi" İngiltere’nin bünyeye dahil edildiği gün Pandora’nın kutusu açıldı.
Sonra da, gerek hiç aralıksız süren genişlemelerle, gerekse "Duvar"ın yıkılmasıyla birlikte, kağıt üzerindeki ilkelere rağmen, pratikte bambaşka bir Avrupa oluşumu doğdu.
Bu, vakıadır ve başlangıçtaki hedefinin gerçekleşmesi de artık mümkün değildir.
***
İMDİİ,gevşek ve geniş bir AB zaten fiilen hayata geçmişken, Türkiye ana sathının Asya’da olduğu ve İslami kimliğin ağır bastığı yönündeki argümanlar geçerlilik taşımaz.
Çünkü, eğer Yaşlı Kıta tam bir "İhtiyar Kıta"ya dönüşmek istemiyorsa, dünyaya artık çok geniş bir perspektiften ve çok stratejik bir açıdan bakmak zorundadır.
Oysa, geçmiş "parlaklık"a takıntılı "kolektif hafızası"yla bundan böyle ne evrensel güç, ne "Avrupa lideri" olabileceğini anlamak istemeyen; artı, genel "demodeleşme"sininyarattığı iç bunalımların dış sorunlarla daha çok çetrefilleşeceğinden korkan Fransa bu açıya sahip olamadığı içindir ki, Ankara üyeliğine taş koyarak, bizim için cidden kabak tadı veriyor.
Ama unutmayalım ki, şu garip "Fransız istisnası", akıntıya kürek çekmekte inat eden o "istisnai" durumundan dolayı, artık bizzat Avrupa bünyesinde de kabak tadı veriyor.