AVRUPA Parlamantosu “Yeşiller” grubu başkanı Daniel Cohn?Bendit Brüksel’deki Türk gazetecileriyle buluşmuş ve Ankara’nın AB üyeliği kastederek de şöyle konuşmuş:
“Sizin Başbakan ‘artık bu iş bitti bebek’ sinyalini veriyor”. Hemen hatırlatayım ki, gerek Paris’teki 1968 isyanı sırasında başı çektiği, gerekse de o zaman henüz aklaşmamış saçları kırmızıya çaldığı için “Kızıl Dany” lâkabıyla anılan ekolojist lider Türkiye’nin Topluluk’a dâhil edilmesi için gerçekten çırpınan bir şahsiyettir. Sayıları iki elin parmağını pek geçmeyen Avrupalı siyasetçiler arasında ilk sırayı alır. Üstelik de ülkemizdekinin aksine, patolojik bir AKP karşıtlığından muzdarip değildir. Nitekim aynı buluşmada, anayasa referandumundaki tavrının “yetmez ama evet” olduğunu kaydederek Türkiye’deki özgürlükçülerle aynı safta durduğunu tekrar vurgulamış. Fakat buna rağmen “Kızıl Dany” hükümetin AB’yi “boşlamakta” olduğu olgusunu saptamaktan ve söz konusu vahim gelişmeyi eleştirmekten kaçınmamış. Ve belli, “bebek” sözcüğünü de, son dönemde fazlasıyla özgüven duygusuna kapılan Ankara’nın artık Brüksel’e yukarıdan bakıyor bir havaya girmesini kastederek kullanmış.
COHN-BENDİT’in tesbiti baştan sona kadar doğrudur! Hükümet resmen “hedeften şaşmadık” diyor ama dâhildeki ve hariçteki gözlemciler çocuk olmadığından, hem dış politikadaki “eksen kayması” tartışmaları, hem de Başbakan’ın sitem sınırını aşarak son MÜSİAD oturumunda “artık bizi oyalamayın ve istemiyorsanız açıkça söyleyin” türü bir ifadeyle işi restleşmeye vardırması, kimsenin gözünden kaçmıyor. Tabii burada bazıları şöyle düşünebilir: “Eh, başta Fransa ve Almanya olmak üzere bir dizi AB devleti Türkiye’ye soğuk baktığına ve müzakereler uzayıp gittiğine göre, Ankara’nın da kısasa kısas bir tutum takınması son derece normal, hatta elzemdir”. Hayır, değildir! İlk bakıştaki sathi doğruluğa rağmen yine de değildir! Aşağıdaki iki temel nedenden dolayı bu tür bir yaklaşım ne normaldir, ne de elzemdir!
BİRİNCİ nokta “teknik” boyut içeriyor ve bizzat müzakere süreciyle irtibatlanıyor. Malûm, eğer o müzakerelerde bazı fasıllara geçilemiyorsa bunun nedenini Türkiye’nin Kıbrıs bandıralı gemi ve uçaklara liman ve havaalanlarını kapatmış olması oluşturuyor. Tabii ki tek sorumlu aynı Kıbrıs’a AB üyeliğini altın tepsi içinde sunan ve “Mister No” lâkabıyla bilinen Rauf Denktaş’tır ama atı alan Üsküdar’ı geçtiğine ve yukarıdaki engel de Paris ve Berlin’e enfes koz verdiğine göre, ister istemez realpolitik bir değişim gerekiyor. Yani, diplomatik inisiyatifi yakalamak için Ankara’nın hem o sahaları açmak, hem de Ada’dan kısmi asker çekmek dâhil yeni atılımlar düşünmesi artık kaçınılmazlık arz ediyor. Ve, aslında hiçbir maliyeti olmayan böylesine bir manevra atla deve iş değildir. Gerçekleştiği takdirde de kara kara düşünecek taraf “anti-Türkiye” cephe olacaktır. *** ÖTE yandan, daha da hayatiyet taşıyan ikinci nokta “dış dinamik” olgusudur. Zira şu kesin, iktisadi ? siyasi açıdan pırıltı yitiriyor olsa bile aidiyetini talep ettiğimiz AB “sivil demokrasi ve insani etik” açısından dünya sathındaki temel, hatta tek referanstır! Dolayısıyla, zaten daha Tanzimat’tan beri kolektif ütopyamız daima Avrupa hedefine odaklandığından, 21. yüzyıl Türkiye’sinin pireye kızıp yorgan yakmak, üstelik de yüze yüze kuyruğuna geldiği aynı Avrupa’yı şu saatten sonra “boşlamak” lüksü yoktur ve olamaz! Aksine, yukarıdaki sivil demokrasiyi kurumsal kılmak için, tarihteki pek çok ülke gibi ülkemizin de çekici bir mıknatısa ihtiyacı vardır ve o mıknatısın cazibe kutbu Brüksel’dedir. Bu takdirde aman “bebek”, gözünü seveyim “bebek”, şu işi kaldığı yerden sebat, inat ve imanla devam ettir ki, zaten çoktan rahme düşmüş bebek tez elden ve hayırlısıyla doğsun!