Paylaş
Türkiye’deki rejimin başka bir eşi, emsali yok!
Deyimin tam anlamıyla “nev-i şahsına münhasır” bir ülkede yaşıyoruz.
* * *
ÖYLE, çünkü aşağıdaki manzara hakkında bir nebzecik kafa yordunuz mu?
Düşünün ki, demokrasinin ve sivilliğin simgesi addedilen AB’yle üyelik müzakereleri sürdüren o Türkiye’nin başbakanı uzun, upuzun bir aradan sonra geçen cuma günü nihayet Brüksel’e gitmiştir. Topluluk yürütme organı durumundaki Komisyon’la masaya oturmuştur.
Bu en üst düzey temasların yapılmadığı dönemde de Avrupa Parlemantosu seçimleri gerçekleşmiş; Sarkozy ve Merkel yeni naneler yumurtlamış; “Ergenekon” soruşturmaları genişletilmiş; “uyum yasaları”nda kısmi ilerlemeler kaydedilmiştir.
Yani, ziyaretin simgeselliği bir yana, iki tarafın da söyleyeceği çok şey vardır.
* * *
FAKAT tamı tamına aynı gün ve saatlerde, söz konusu ülkenin Genelkurmay Başkanı arkasına sıra sıra generaller dizerek, Ankara’da “hayati” (!) basın toplantısı düzenlemektedir.
Diplomasinin en asgari verilerine bile aldırmayan cihet-i askeriye, hiç olmazsa zevahiri kurtarmak ve kendi ülkesinin liderini “yaban ellerde zor duruma düşürmemek” için, Erdoğan’ın yurda döneceği ana kadar beklemek sabrını gösterememektedir.
Sanırsınız ki, Başbakanlığın gezi takvimi Genelkurmay’da yoktur.
Veya, Harp Akademileri’nde “zamanlama” diye bir kavram öğretilmemektedir.
Yahut tam tersine, çok iyi öğretildiği içindir ki, hükümet önderi “demokrasi ve sivillik başkenti”nde temas gerçekleştirirken, TSK önderi de Türkiye başkentinde kasten “nizamiye kapısı”na çıkmaktadır.
Hangisi doğru olursa olsun, bunların üçü de yenip yutulacak şeyler değildir!
* * *
ÖTE yandan, sivil takvim askeri takvimle çakıştığında daima ikincisine seçen ve dolayısıyla da Brüksel’deki ziyareti zerre kadar umursamayan medya, yine aynı gün, bilmem kaç düzine televizyon kanalının naklen yayınladığı basın toplantısına kilitlendi.
Hatta, yazılarını erken kaleme alan aktüalite yorumcuları, “karargâh acaba ne buyuracak” diye, cumartesi sabahı yayınlanacak makalelerini geciktirmek zorunda kaldılar.
Oysa, hiçbir yerleşik demokraside asla ve asla rastlanamayacak olan bu “ilgi”ye (!) rağmen, zaten ancak cımbızla seçtiği basın organlarına akreditasyon veren aynı Genelkurmay Başkanı, sırf söz konusu medyadan yakınmakla kalmadı.
Bir de, “kirli çıkı ilişkileri” ortaya koyanlarına fena halde verip veriştirdi.
Artı, vurun abalıya, Başbakan Ankara’ya döndüğünde, “TSK’yla aramızı bozmak isteyen sorumsuzlar var” diyerek yukarıdaki “fırçalama”ya zımnen katılmış oldu.
Eh neyse, sözkonusu Başbakan’la sözkonusu Genelkurmay Başkanı’nın hiç olmazsa “günah keçisi” üzerinde anlaşmaya vardıkları izlenimi doğdu.
* * *
İŞTE, demokrasi desen, evrensel anlamda sivil bir sistem değil; militarizm desen, Prusya veya benzeri bir tipte o da değil; totalitarizm ise hiç değil, Türkiye’deki rejimi “nev-i şahsına münhasır” kılan şeyi de bütün bunlar oluşturuyor.
Tek bir yirmidört saate sığan 26 Haziran Cuma günü, ülkemizin o “eşsiz” ve o “emsalsiz” özelliğini ispatlamaya yetiyor.
Peki de, hiç şüphesiz ki burada övünülecek bir erdem değil, yakınılacak bir garabet oluşturan bu “eşsizlik” ve bu “emsalsizlik” durumu daha ne kadar vakit sürecek?
“Biz bize benzeriz” ideolojisinin zihinlerden temizleneceği ana kadar!
Paylaş