Aydın havası

DEFALARCA belirttim ama yazıya başlamadan önce uyarıyı tekrar yineleyeceğim.

Buradaki ‘aydın’ kelimesini Frenkçe ‘entelektüel’ anlamında kullanıyorum.

Yani demek istiyorum ki, yalap şalap mürekkep yalayıp kendine ‘aydın’ payesi biçen ve ‘tercüme odası’ kapıkulluğunu sürdüren bizim malûm ‘münevveran’ı kastetmiyorum.

Zaten parantez içinde hemen şunu ekleyeyim, yukarıdaki evrensel tür ‘entelektüel’ kendisini zırt pırt ‘aydın’ (!) diye ortaya sürmez. Ne ayağa düşer, ne de sıfat paralar.

Fakat, kendiliğinden bir ‘içsel camia’ oluşturan ‘intelligentsia’ mensupları kimin gerçek ‘aydın’ kategorisine girip girmediğini, tabir caizse, ‘kokusundan sezinler’.

* * *

ANCAK burada sağ - sol; dindar - laik; komünist - faşist ayrımı yoktur. Olamaz.

Çünkü, asla ve asla ‘yanılmazlık’ gibi bir lüksle donanmamış olan entelektüeller, en totaliterleri, en mendeburları, en kanlıları dahil, her türlü ideoloji ve fikriyata meyledebilirler.

Ama buna rağmen yine de, modern Türkçe’ye habis bir ur olarak girmiş olan şu ‘aydın’ kavramını evrensel lûgatteki ‘entelektüel’e kavuşturan tek bir ortak özellik vardır.

Hayır, daha doğrusu ‘bir buçuk porsiyon’ ortaklık vardır ki, aşağıda değineceğim.

Öte yandan, sahteleri ağzıyla kuş tutsa, yukarıdaki ‘intelligentia’ya dahil olamazlar.

Zira, onlar o ‘bir buçuk porsiyon’u hazmedememiştir. Kompleks mide acısı yaratır.

Yani, kendisini gizliden veya açıktan ‘aydın’ (!) sayan münevveranın, zımnen ortak paydada buluşmuş entelektüellere ‘entel’ diye kara çalması, bu kompleksten kaynaklanır.

Bunun tek çáresi ise Freud’ün psikanaliz koltuğuna uzanmaktır ki, Allah şifa versin!

* * *

SONRA, ‘evrensel’ dediğim için ‘aydın’ın ansiklopedik tanımı olduğu sanılabilir.

Hayır, böyle bir şey yok! Daha doğrusu, tüm tanımlar elástikiyet ve görecelik içerir.

Ve zaten, ‘entelektüel’i evrensel kılan şey belki de bu muğlaklığın tá kendisidir.

Ama yine de, yukarıdaki ‘bir buçuk’ özellik ‘olmazsa olmaz şart’ oluşturur.

O halde bir ve işte ağzımdaki baklayı çıkartıyorum, entelektüel en önce; her şeyden önce, ‘kendisi için bilmek ihtirası’yla kavrulan kişidir.

Zaten bundan soyutladığınız takdirde, ufku ‘Zuhuriyet’ gazetesiyle sınırlı ve kendi kafasından ‘aydın’ yaftalı bizim kapıkulu kalem efendileri de kabak gibi ortaya saçılıverir.

* * *

İHTİRAS kelimesini kasten kullandım ve tensel bir çağrışım dahi yapmak istiyorum.

Zira, ‘bilmek’ dürtüsü insan bilincinde saplantıya dönüştüğü; üstelik, yalnız ‘kendisi için’ ve asla çıkar beklentisi ve ‘caka satmak’ safsatası olmadan beyne yerleştiği takdirde, hiç şüphesiz ki ruhen ‘ben merkezci’ ve bedenen haz odaklı bir ‘hırs’ söz konusudur.

Ve, bu ‘ben’ faktörüne koşut olarak da üstteki ‘buçukuncu’ özellik devreye girer.

Ancak, bunu nasıl ifade edebileceğimi tam kestiremiyorum.

* * *

KESTİREMİYORUM ve zaten bunun için ‘yarım’ diye muğlak ifade kullandım.

Oysa aslında ‘eleştirellik’; ‘sorgulayıcılık’; ‘aykırılık’; ‘sivrilik’; ‘dobralık’ ‘oyun bozanlık’; ‘şeytanın avukatlığı’ türünden binbir terim dilimin ucuna geliyor.

Ama kesin kullanmaya cesaret edemiyorum, zira madem aydınlar da ‘yanılmazlık’ lüksüyle donanmamıştır ve madem tüm ‘ego’ya rağmen en totaliter kolektivizmlerle gerdeğe girebilirler, o halde yukarıdaki deyimlerden birisine başvurduğum takdirde, hata payı yükselir.

Hem ‘nerede kaldı birey’; hem de ‘hani öznel mesafelilik’ soruları gündeme gelir.

Olsun, o ‘buçukuncu’ vurgulamasını saklı tutmak kaydıyla yine de, ‘entelektüel’ anlamdaki ‘aydın’a tüm bunların az veya çok ‘bulaşmış’ olduğu kanaatimi koruyorum.

Bu konuyu yarın Büyük Orhan Pamuk çerçevesine oturtarak irdeleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları