PAZAR günü gerçekleşen ve yirmi yedi AB ülkesini kapsayan Avrupa Parlemantosu (AP) seçim sonuçları dün sabah resmileştiğinde, iki temel özellik kesinkes somutlaşmış oldu.
Birinci olarak, oylamaya katılım oranının en düşük seviyeye indiği anlaşıldı.
Sonra da, "sağ"ın tavana, zıddındaki "sol"un ise tabana vurduğu netlik kazandı.
Belki ikibuçukuncu öğe olarak bunlara bir de çevreci partilerin başarısını ekleyebiliriz.
***
MALÛM, AByıllar ve yıllar boyu hem "yurttaşlar Avrupa’sı"nı ertelemekle, hem de Brüksel "avrokrasi"sini dizginleyecek demokratik bir işleyişe sahip olmamakla eleştirildi.
Oysa, zaman içinde reformlar birbirini izledi. Dolayısıyla da, zaten milletvekilleri ezelden beri halkoyuyla seçilen Strasbourg Parlamentosu son derece ciddi yetkilerle donatıldı.
Ama buna rağmen, işte mal meydanda, kıta ahalisi AP için seferber olmuyor. Olmadı.
Sandık başına gitmenin zorunluk taşıdığı Yunanistan dahil, önceki günkü oylamaya Topluluk sathında katılım ortalaması yüzde 43,55 gibi "tarihi" bir alt düzeye indi.
***
BÜTÜN sosyo-politik olgular gibi bunun tek bir nedeni olduğunu sanmyorum.
Ama yine deo nedenlerin ilk sırasına, mazisi yarım asrı aşsa bile, "Avrupa serüveni"nin hálá tam olarak "kitlelere mal olamadığı" gerçeğini koyarsak,fazla yanılgıya düşmeyiz.
Şöyle ki, AB’nin ulus-devleti aşmak hedefine rağmen aynı ulus-devlet halkları milli çerçeveyi asli platform olarak algılamayı sürdürüyorlar. Yeniye kolay kolay ikna olmuyorlar.
Üstelik, AP kampanyalarının partiler ve medya tarafından hep böyle bir "milli eksen"e oturtulması ve çevreci kurumlar hariç, "Avrupa projesi"nin hemen herkes tarafından hasır altı edilmesi, zayıf ilgiyi daha da azalttı. Azaltıyor. Zaten ikinci nedeni bu faktör oluşturuyor.
Fakat söz konusu nispi "ilgisizlik" AB’nin dışlandığı şeklinde de yorumlanmamalıdır.
Yani, sandığa üşüşmemeleri, Avrupalıların ortak para birimi "avro"yu kullanmaktan veya pasaportsuz seyahat etmekten vazgeçmeye hazır oldukları anlamına gelmez. Gelemez.
Oysa doğru, o Avrupalılar önceki gün seferber olmamıştır, çünkü hem siyaset sınıfı "seferberlik marşları" çalmaktan aciz bandolarla sahneye çıkmıştır; hem de "elde edilmiş olan"ın rahatlığı, aynı Avrupalıların pazar mahmurluğundan taviz vermesini engellemiştir.
***
ÖTE yandan, her ülkeyi ayrı incelemek gerekir ama yine de, Danimarka hariç "sol" partilerin hemen tüm AB’de yenilgiye uğraması, AP seçimlerinin ikinci özelliğini oluşturdu.
Üstelik o yenilgi İngiltere, Fransa ve Almanya gibi "ağababalar"da hezimete dönüştü.
Daha üstelik bu hazin sonuç, Yaşlı Kıta’yı kasıp kavuran kriz ortamında gerçekleşti.
Başka bir deyişle, ekonomik buhrandan en çok etkilendiği varsayılan kitleler, normal olarak onların "hamisi" addedilen bir "sol"a rağbet göstermediler.
Her tarafta ya "sağ", ya çevreci, hatta ya da "aşırı sağ" kurumlara yöneldiler.
***
HEYHAT öyle oldu, zira 1989’da "Duvar"ın yıkılmasıyla başlayan genel "sol kriz", bazı kısmi çıkışlara rağmen, esas olarak hala hüküm sürüyor. Yirmi yıldır bitmedi.
Dolayısıyla, ister Marksist, ister sosyal demokrat olsun, yeni toplumlara yeni projeler sunamayan ve eski parametreler üzerinden düşünen aynı genel "sol"; özellikle de, bağrından çıktığı Kıta’nın AB ütopyasına dört elle sarılamayan Avrupa "sol"u hızla kan kaybediyor.
Tabii ki henüz marjinalleşmiyor ama, "odak" olmak konumunu yitiriyor.
Zaten AP seçim sonuçları da bunu tekrar doğruluyor ki, o kan kaybını önlemek için, bizzat "sol" kavramı dahil, "sol"un kendini sorgulaması artık kesin zorunluluk oluşturuyor.
Yoksa bu gidişle, Türkiye AB üyesi olduğu zaman Strasbourg Parlamentosu’nda "sol" kalmayacağı için, maazallah, bizim CHP bu sıfatın láftaki gaspçısı olarak foruma girecek.