Ateşkes krizi

DÜN ben aşağıdaki satırları yazmaya başladığımda Ortadoğu’dan gelen ilk haberler, BM tarafından Lübnan’da öngörülen ateşkesin fiilen uygulamaya girdiğini müjdeliyordu.

Fakat tabii ki, bu, hiçbir şey demek değildir. Yanılma payı çok yüksektir.

Belki de siz yazıyı okurken, sedir ülkesi ağaçlarının tekrar tutuştuğunu öğreneceğiz.

Çünkü, aynı Ortadoğu’dan Balkanlar’a, çok yakın tarihte tanık olduğumuz ve masaya vurulmadığı müddetçe ancak kağıt üzerinde kalan nice ateşkes örneğini hepimiz biliyoruz.

Ve, yine hepimiz biliyoruz ki, çokuluslu New York örgütünün yaptırım iradesi ve uygulama marjı, bizatihi o "çokulusluluk" niteliğinden dolayı son derece sınırlıdır.

Zaten ben de bugün İsrail-Filistin-Lübnan sorununun muhtemel gelişmelerinden ziyade, BM’nin "krizi" (!) üzerinde durmak istiyorum.

* * *

BİRLEŞMİŞ Milletler’in "áciz durum"u daima "kriz" (!) kelimesiyle ifade edildiği için ben de aynı tanıma başvurdum ama bana sorarsanız, aslında böyle bir şey yok!

Daha doğrusu, BM de, tıpkı mirasını devralmış olduğu Cemiyet-i Akvam gibi hep "krizli" yaşadı, yaşıyor ve yaşayacak.

O Cemiyet-i Akvam ki, malûm, 1. Harp sonrası ve dönemin ABD Başkanı Wilson’un adıyla anılan "prensipler" çerçevesinde kurulmuştu. "Ebedi cihan sûlhü"nü sağlayacaktı.

Oysa, Cenevre’deki örgütün bilançosu gerçek bir fiyaskoya tekabül eder.

Çünkü, İtalya Habeşistan’a saldırdı; Japonya Çin’i işgal etti; Almanya Avusturya’yı yuttu, fraklı diplomatlar istif bozmadan Leman gölü önünde puro tüttürmeyi sürdürdüler.

Ancak, daha farklı bir şey beklemek zaten abesle iştigal ederdi. Ediyordu.

Zira, Wilson ertesi tekrar kendi "tecritçi" kabuğuna çekilen o "öncü" ABD’nin bile üye olmaması bir yana, Cenevre’deki kurum hiçbir somut yaptırım gücüyle donatılmamıştı.

Mussolini’nin, Hitler’in, Konoe’nin süngüleri her halde, guguklu saat hatırası da satan ilk dükkándan alınacak küçük İsviçre çakısıyla durdurulmayacaktı.

* * *

SONRA, 2. Savaş galipleri 1945 San Fransisco Konferansı’yla şimdiki BM’nin temellerini atarken, en azından iyi niyetli biçimde, geçmişten ders çıkartmaya çalıştılar.

Silahlı kolluk kuvveti dahil, yeni örgütü yaptırım gücüyle techiz ettiler.

Tamam da, ana organ Güvenlik Konseyi’ne o "beş galipler"i "daimi üye" kaydedip kendilerini veto hakkı tanıdılar, bundan sonra ne beklenebilir? Hangi mucize umulabilir?

Çünkü, isterse tüm dünya "evet" desin, yukarıdakilerden tek bir tanesi "hayır" dediği an akan sular durmaktadır ki, demek o beklenecek şey daha en baştan "agári"yle sınırlıdır.

Bir kararın "kuvve"den "fiil"e dönüşebilmesi için istisnasız herkesi birleştirecek bir uzlaşma gerektiğine; oysa, bırakın yedi düveli, böyle bir şeyin ise aile fertleri arasında dahi gerçekleşmesi sonsuz zor olduğuna göre, kolay ve çabuk bir işleyiş tabii ki mümkün değildir.

İşte, geleneksel "BM krizi" edebiyatı da, son Ortadoğu ateşkesi sürecinde yaşandığı gibi, aslında daima varolmuş olan handikap çok fazla göz çıkarttığında, tekrar ivme kazanıyor.

* * *

HAYALE kapılmayalım, bundan başka bir şey de zaten mümkün değildir! Olamaz!

Unutmayalım ki, Kıbrıs’a ilişkin New York kararlarına uymadığı için kırk küsur yıldır Güvenlik Konseyi’ne adaylık koyamayan bir Türkiye’nin yurttaşlarıyız.

"Özrü kabahatinden büyük" hezeyanlara kapılarak "BM krizi"nden dem vurmak; onun "ácizlik"inden yakınmak; şu veya bu ülkenin uyguladığı engelleme veya geçiktirme siyasetlerine beddua okumak, ne kendimizin, ne de dünyanın gerçeğiyle bağdaşır.

Ateşi çok yüksek bir dünyada yaşıyoruz ve dolayısıyla, hastalığı tedavi eden değil, ancak harareti tedricen düşüren ve nöbeti kısmen kesen "ateşkes"lerle yetinmek zorundayız.
Yazarın Tüm Yazıları